
"Hâlbuki olay, bir insanın yürürken neden birden en rahatsız bir tavırla donup kaldığını ya da beşinci kattan aşağıya atladığını anlatmaktır."
ve bir de:
"İnsan bu resimlere baktığında heyecan verici bir umuda kapılıyor: Yoksa açıklanamaz olan burada birden açıklanacak mı?"
İşte, sinema ve resim sanatları çin söylenen bu sözler, bütünde "sanat"ın neye yaradığını, "hayatı anlamlandırma"nın ne demek olduğunu "şak" diye ortaya koyuyor, bana kalırsa.
Sokakta yanından geçen insanın yüzündeki ifade üstüne üç gün düşünüp ağlamak gibi bir şeyi kafasında bir olanak olarak konumlandıramayan zihin, edebiyattan nasıl bahsedebilir? Herhangi bir sanattan? Ömer Türkeş'e dönecek olursak... "Kurmaca evren yaratmak" gibi insan olanaklarının zirve noktalarından birini gerçekleştiren bir aklın sağlığını bu kadar ucuz sorgulayabilmek. "Ay bu çocuk biraz depresif galiba teyzesi" şeklinde bir kadın günü muhabbetinden hangi yönüyle ayrılır acaba sayın Ömer Türkeş? Seneler evvel bir de öğrenci sempozyumunda eleştirel bir inceleme metni yazmış bir insana soru olarak "tamam bu inceleme olmuş da, sen sonuçta bu romanı sevdin mi? Eleştirmen bunu söyler asıl" diyebilen Ömer Türkeş? Yekta Kopan'ın hatırlattığı üzre, her insan biricik ise, "Sevdim" ifadesinin sizinle eşit derecede "bir" olan bir başkasına nasıl bir anlamı olmasını beklersiniz? Maalesef bu algıyı ben çok görüyorum. herkes, elele vermiş "yazar"ın temel niteliklerini "yetenekli" / "karizmatik" / "gizemli" filan diye koyuyor. Ki bu niteliklerin tek hizmeti seksapele olur herhalde. Edebiyata olmaz. Ben edebiyata hizmet edecek nitelikler diye "ızdıraplı" / "korkak" / "şaşkın" / "meraklı" / "takıntılı" / "sorgulayan" gibi şeyleri görüyor, biliyorum.
Sinirlendim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder