Kasım 22, 2010

“Çat” Diye Bir Ses Geliyor Bazen Kalbinden

Nedeni sorulmaz bazı şeylerin ey insan! Bunu biliyor olman lazımdı, bu yaşına kadar doğru düzgün yaşadıysan.

Sorulmaz. Çünkü bazı nedenler hiç de mühim değildir. Bazen sadece sesler mühimdir. Valla. Kalbim dediğin o kan topağından “Çat!” diye bir ses geldikten sonra, nedenmiş kimdenmiş konuşmaya hiç lüzum yoktur. Zihnin hızlıca sorular türetmeye başlar:

“Demek kırılan bir şeymiş bu ha? Umm”
“A ahh, kan mı şu saçılanlar? Aman Allah!”
“Haydaaa, pıt pıt diye de atmada hâlâ, he?”
“Peki şimdi ne olacak?”

İşte, bu son soru zorludur. Hakikaten, ne olacaktır şimdi ey insan? Hangi yara bantları, hangi güzel hatıralar, hangi umutlar, hangi vaadler koyacaktır o hassas taşları bir daha yerine? “Durup dururken...” dersin, “oldu mu hiç bu böyle...”

En çok ne zaman yalnızsındır, ve kalmalısındır da; bilir misin ey insan? İşte, bu şenlikli çatırtıyı duyduğun zaman! Şenliği, marifeti etrafa saçıldıkça kırıklığın; adam olup soracaksın: “Peki, şimdi ne olacak?”. Yanıt alamayacağın soruları sormanın lüzumuna ikna olmayı da zaten böyle böyle öğreneceksin. Buna ikna olduğun an hayatın kurtuldu demektir. Buna ikna olduğun an, o bahar dallarının bir daha açacak bahanesi bulundu demektir. Yanıt alamayacağın sorular sormanın lüzumuna ikna olduğun an, “Tamam!” demektir.

“Peki şimdi ne olacak?” sorusuna yanıt almamakla geçecek olan sonraki hayatında başka cevapsız sorular da arayacaksın! Senden gelen çatırtılar, olmayan cevapların yerine kulağında çın çın ötecek. Korkacaksın. Korkmak özünde var. Korkmak içinde var. Korkmak kaderin senin. Ama işte, o çatırtıyı duyana kadar bunu bilemedin.

Akşam akşam böyle oluyor işte bazen ey insan! Üzerine çok düşünülmemiş bir cümleden gelen bir karanlık rüzgâr, kırıyor içindeki dallardan en kafana yatanı! Uzadıkça, “Tamam ulan, budur” dediğin, kırılırsa boku yiyeceğini sezmekle terbiye olduğun, haşmetine şahit olsunlar diyerek de kırmızı çiçekle kapladığını... Cümledir bu nihayet, içinde “kelimeler” vardır; kelimeler anlamları gizler; anlamlar dünyalar bulandırır; biraz dikkatli olunmalı.

Akşam akşam olan her şeyde bir hayır ara ey insan! Aslında, her şeyde hayır ara, anneciğime bakarsan! Telefonda durup durup, titreye titreye “Nasılsın?” diyen annem; iyiyim ben. İyiyim de, az evvel garip bi’ ses geldi kalbimden!

Kasım 06, 2010

Amelie'ye Heveslenmekle Olmaz!


Günaydın sevgili okur!
Kafamın üzerindeki fotoğrafta Amelie Poulain'i görüyorsun. Hani filmini izlemiştin de mutluluğuna pek özenmiştin; kaşıkla sırıtık fotoğraf çektirip facebooka koymuştun ya, o işte. (Evet, ben bizzat yapmıştım o dediğimi!) Velhasıl, hani feci kıskanmıştın ya!

Bence kaçırdığın bir şey vardı! Mutluluğuna odaklandın evet, dedin ki ne de güzel modern Polyanna. Bak şimdi sevgili insan, o tam öyle bir şey değildi. Amelie'nin bir bakışı vardı dünyaya. Garip tesadüfler onun için anlamlıydı, hayatını yönetiyor / belirliyordu. Mmm, bir ilkesi vardı sanki başına gelen onca olayın ardarda gelişinin. Hah işte! Buna diyorum "anlam" diye. Amelie'yi Amelie yapan buydu ey insan! Kaşıkla sırıtması değildi. Aşkının peşinden koşması değildi. iyiliksever olması da değildi. Sırıtmak, aşkın peşinden koşmak ve dahi iyilikseverlik hep o "anlam" denen şeyle ilgiliydi.

Amelie'yi taklit ise niyetimiz, yaptıklarını yaparak olmaz. yapacaklarımıza bir neden bulmak lazım. Gökkuşağından el sallamayan renk bulmak lazım. Sadece bize görünecek, kimseye gösteremeyeceğimiz bir renk! İşte, bulmuşluğun mutluluğu ve gösteremeyişin acısı! her insanın "biricik"liğindeki sır. Amelie'nin fotoğrafıyla oynadım, kararttım biraz, ışığını üstünden çektim, aldım. Zira eminim ki, bu kadar parıltılı gülenin kafasında, bize asla söyleyemeyeceği bir sırrı vardır.

Güzel bir sabah bu sabah. Çünkü güzel olmasına karar verdim!

Not: Şşşt okur, kesinlikle kişisel gelişim kitapları söylemini kullanmıyorum / onaylamıyorum / sevmiyorum. Güzel olmasına karar vermek derken, "pozitif enerji"den değil, sadece sana ait olacak bir şeyden, kendi anlamını dünyaya yüklemenden söz ediyorum. Yol arkadaşım iyi bilir, "anlamını yanında taşımak" tabir etmiştim bir zaman, bir yerde. Yoksa kişisel gelişimin "bunu bunu yap" derken hepimizi aynı kefeye koyup formüller önerdiği ve benle taban tabana zıt bir düşünceyi savunduğu yeterince aşikardır, değil midir?

Kasım 02, 2010

"On İkiye Bir Var"dan


Sevgili insan, işte sana, okuduğumda içimin titrediği bir alıntı...


" An an'ı kovalıyor, an'lar sonsuzlukta eriyor. Çarşamba perşembeyi, perşembe cumayı sürüklüyor. Kasım, aralık oldu, aralık ocak, ocak şubat olacak. Şubat da mart. Ve biz, karanlığın içinde şu vapur gibi zamanı yara yara ilerliyoruz. Nereye? Bir zamansızlık ülkesine doğru... Karşıda sahil göründü. Esrarlı ve karanlık. Yaklaştıkça yaklaşıyoruz. Ah şu vapur bir dursa... İyisi, geri geri gitse... Akreple yelkovan, yollarını şaşırıp ters işlemeye başlasalar. Gün kadranı perşembeden çarşambaya dönse, aylar sondan başa doğru sayılsa, hâlden geçmişe, yeniden eskiye, neticeden sebebe doğru ters bir akış başlasa... Başladı diyelim ne olacak? Vapur geri geri gitse, ulaşacağımız sahil, bu sefer de ilk kalktığımız zamansızlık ülkesi olmayacak mı? İster öne git, ister geri; dünyanın denizleri biter efendi. "


Haldun Taner, "On İkiye Bir Var".