Haziran 30, 2011

2007 Yazında Çanakkale'de Pek Üzülmüş Bir Kıza Dair


Ey sevgili okur! Bu fotoğrafı çektiğimde yıl 2007 idi. Tam 4 yıl evvel. Bir vesile ile Çanakkale'nin Güzelyalı ilçesine gidip bir hafta kalmış idim. O zaman ben gene çocuktum bir şey değişmedi. Ama ben, sevgili okurum, o zaman ümitsizdim. Bugün sahip olduğum pek çok şey hakkında ümitsizdim.

Mesela, büyük hayal İstanbul'da yaşamak konusunda. Bitmeyen işler yüzünden - ama tabii, ben öyle olsun istemezdim- asla olmayacak gibi bir şeydi o. İstanbul uzaktı, babam katıydı, ben güçsüzdüm.

Mesela, yalnız ölecektim. Bu, apaçıktı. Çünkü en samimi arkadaşımla bile bir yere kadardı. Bir yerde ayrılıyordu sözlerimiz, düşüncelerimiz, bakışlarımız, ihtiyaçlarımız. Ve öyle görünüyordu ki, aksini beklemek aptalcaydı. ben, görünen oydu ki, yapayalnız ölecektim.

Bütün yapmam gereken bir şans eseri elime geçen bu "birilerinin yanında misafir olma" şansını değerlendirmekti. Sabahları herkes uyurken denize bakmalarımı, ilk defa dizime kadar suya girdiğimde paramparça kalbimin nasıl ağzıma gelip dayandığını unutamam. Hayatımda ilk defa gördüğüm Çanakkale, yolculuğuma eşlik eden, kaldığım eve temizliğe gelen ablanın naifliğini de unutamam. Çanakkale pazarından aldığım mor elbiseyi atmam çok zor sevgili okur. Bir mor elbise, sadece mor elbise nasıl olsun bu şartlarda.

Bunları neden yazıyorum biliyor musun sevgili okurum? Bu dünyada ölüm olduğu halde gömülüp gittiğimiz saçma yoksunluklar ve verdikleri mutsuzluk. "Pozitif" filan demeyeceğim meraklanma. Ama, geçmişe dönüp daha sık bakmalı belki. Büyük aşamalar kaydetmemişsek bile, "ölürüz" sandığımız anlardan sonra ölmediğimizi görebiliriz. Bu hiçççç az bi' şey değildir ya-hu!

Bugün 30 Haziran 2011. İstanbul'da yalnız yaşamamın 3. yılındayım. Milyonlarca huzursuzluğum var. Ama 2007 yılında, bir Güzelyalı sabahında o kıza gidip bunu söyleseydim, sevincinden öyle bir ağlayacaktı ki, gören dünya kurtuldu sanacaktı. O zaman bir yolunu bulup sakinleşmek lazım!

Bugün 30 Haziran 2011. hayatımda ilk defa zihnimin bütün kıvrımlarını açıp önüne koyabildiğim birini tanıyorum 1 yıldır. İmkanına inanmaktan özenle kaçındığım bir ilişki / iletişimi bana hediye eden, üstüne bir de beni seven bu adam, muhtemelen ömrüm boyunca yanımda olacak. Çok acayip şeyler yaşayacağız beraber. İyi ve kötü. Annem ölecek mesela, ben ondan çocukları oyalamasını isteyeceğim, ben pek iyi olmayacağım çünkü. Yahut emekli olduğum gün kafam karmakarışıkken "İşte" diyecek, "Büyüdün artık".

Gözlerimde birkaç damla yaş sevgili okur. Her neye üzüyorsan, lütfen üzme kendini.

Kaderin cilvesi: Bozcaada'ya gideceğiz bir haftasonu. Çanakkale. O kızın izlerini görürsem bi' donup kalacağım. Ama sanıyorum mutlu da olacağım. Çok mutlu.

Haziran 28, 2011

Konfeti



Sadece benim kafamın içinde mi patlıyor bunlar sevgili okur? Öyle zannediyorum ki bu sorumun yanıtı "Evet" olamaz. Ama hepimizin kafasında patlayanlar başka renklerde, şekillerde filan olabilir. Misal, güllü konfeti diye bir şey oluyormuş; yeni işittim arkadaşımdan.

Benim kafacağızımda patlayanlar genellikle sorular yağdırıyorlar zihnime. Kimi zaman tedirgin eden, kimi zaman rahatlatan acayip acayip sorular. Bugünküleri burada da "patlatasım" geldi. Herhangi birine yanıtı olan beri gelsin rica ederim!

1. Hak etmek ne demektir? Bir şeyi hak etmek için ne yapmak lazım? El kol işlemeli mi, kalori yakılmalı mı? Yoksa o "niyet" denen sihir taa buralara kadar bulaşır mı? Sadece niyeti temiz diye insan bir şeyi hak eder mi?

2. Bu gördüklerimi sadece ben görüyor olabilir miyim? Eğer sadece ben görüyorsam feci. Tersi de feci. Görüyorlar da neden böyleler?

3. Neden beni kandırmak bu kadar kolay?

4. Vicdan hainlik yapar mı?! Yapabiliyorsa eyvah! Dev sıçtım!

5. Ya yapabildiğimi sandığım şeyleri aslında yapamıyorsam, çekiniyorlarsa bana söylemeye?

6. İnsan hayatında, "hepsi geçti" dediği bir evre / aşama var mıdır gerçekten?

7. Para neden önemli? İhtiyaç mihtiyaç olması değil, bırakalım bu ayakları. İhtiyacın bittiği sınırdan başlayan para, neden gerekli, neden önemli?

8. "Kaba insan" diye bir şey neden var? Anadolu ağzıyla konuşmayı kastetmiyorum, hesabı kadına ödetmeyi kastetmiyorum; bayaaaaaaa uzakta bir şeyi kastediyorum: "duyarlık eksikliği"ni. Neden var ya kaba insan? "İnsan" kavramının özüyle karşıtlık arz eden bir şey değil midir bu ya?

9. Herkeste oluyor mudur şu: Biriyle konuşurken kafadan çok alakasız milyonlarca şeyin akması ve bunun iğrenç bir "ben kötüyüm lan" hissi yaratması? Peki kötü müyüm ben?

10. Bir zamanlar sohbetlerimiz sırasında "Sıkıldın mı?" deyip durmamdan şikayetçi insanlar vardı, samimiyetlerine inanmadığımı öne sürerek "Aşk olsun" deyip dururlardı. Şimdi yanında rahat olduğum biri var diye nasıl bir anlam ifade etmeliler bana? Yani gerçekten sıkıldıkları halde geçiştirmekteler miydi sorumu? Sıkılmayan adam zaten bende o hissi yaratmaz mı?

11. Yalan iyi bir şey mi kötü bir şey mi? Çok samimi soruyorum.

12. Dünyadaki her şeyin gerçekten bu kadar çok yüzü / görüntüsü / anlamı / sırrı var mı? Yoksa takılmayayım ben buna bu kadar ya.

13."Bir yaratıcıya inanmıyorum" diyorlar ya hani. Gerçekten inanmıyorlar mı acaba? Kafamda bir türlü canlandıramıyorum ben bunu.

14. Ahmakça kendisini bir akışa kaptıran, düşünmeyen tipler için kullanılagelen "koyun" metaforu sandığımız kadar isabetli mi? Bilmem, bi' şüphe düştü içime.

On dört. Yeter bu.

Ybsg

Kendimi uyutmak istiyorum. Kucağıma alıp okşamak biraz. Kendi şefkatimden kediye dönmek istiyorum. Çok mu zor bu söylediğim sevgili okur?

35 dakika önce yeni bir gün başladı. Kafamda bir intikam düşüncesi dönüp duruyor. Benim kafam böyledir biraz, tilkiler dolandırmayı pek sever içinde niyeyse. Ha, ben intikam alabilecek biri değilim. Ama bunu bana düşündürebilmiş insanı da belki kutlamak lazım. Plaket, flama, madalyon, bi'şey! Zira, baya baya içimden bi'şey yapmak geldi. Şöyle düşünüyorum: Beni kırma hakkını kendinde gören herkesle "görüşmeme" hakkım vardır. Bu şartlarda kimse arkamda sıçıp sıvamasın! Sussun ya! Sussun istiyorum. Sus kardeşim! Yedin bi' bok, edebinle defol git. Ha bak, bu kadar da sinirliyim gece gece.Halbuki yeni bir gün başladı bundan 42 dakika önce.

Epey zamandır bu konu kafamda dönmekte ve ben bloguma bu saçmalıkları yazmamakta direnmekteyim. Bu akşam dayanamadım. Düşündüm düşündüm. Neyse öyle işte.

Ama güzel olan nedir bilir misin sevgili okur? Ben hayatta kimseye kötü bir söz etmemmişimdir. Böyledir yani.

Haziran 22, 2011

Birdenbire Bir Saptama!

"Hüzün" ve "acı" kavramlarına önem atfeden insanların hayata bakışlarını "ergen depresyonu" diye aşağı gören kişilerin hayattaki tek başarıları ergenliği atlatabilmiş olmak olmalı.

Kadıköy'de Bir Serencâm


Dün akşam iki saat kadar Kadıköy'de yürüdüm. Oradan oraya, saçma şarkılar dinleyerek yürüdüm. Yorulmak iyi geliyor. Saat onu bulduğunda oturup bir yerde kahve içmek, bir şeyler karalamak istedim. Ara sıra öyle esiyor, deliriveriyorum birden.

Nereye gideceğimi bulduktan sonra çantamda defter, kâğıt namına ne var diye bir bakındım ve hiçbir şey bulamadım. Püff. Genellikle bunu yapmamaya çalışırım ama yoktu işte! Açık bir yer bulayım diye biraz bakındım. Kâğıt yahu! Bir tane kâğıt. Ama hiçbir yer bulamadım.

Dükkânını kapatmak için toplanmakta olan bir sahaf görünce bi' selam verdim ve hemen sordum: "Sizde defter yahut kâğıt filan bulunur mu?". Beklediğim cevap geldi: "Yok maalesef". Suratımın düştüğünü görünce de sordu: "Açık bir yer bulamazsınız şimdi. Nasıl bi' kâğıt lazım?". A-haa!

-DUR!-

Bu ânı seviyorum işte ey sevgili okurum! Hiçbir mecburiyeti yokken zamanını / gücünü, ne bileyim herhangi bir şeyini birisine veren insan beni yaşamaya davet ediyor. Her şeye rağmen yaşamaya! Başıma güzel bir şey geldi, diyorum. Başıma güzel bir şey geldi benim!

-DEVAM-

Sonradan sayınca öğrendiğim üzre 7 adet beyaz A-4 kâğıdı verdi bana sahaf. Ben de elim ayağım dolanmış şekilde nasıl becereceğimi kara kara düşünmekle beraber cüzdanıma uzandım. "Umm, kaç tane?" dedim. Gûya hesap edeceğim fiyatını. Hâlbuki ne saçma! Tanesini kaçtan hesap ediyorum? Ben bilmiyorum, adam da onu satmıyor zaten normalde. Püğ sana kızım. Neyse, zaten melek sahaf mahcup bir gülümsemeyle "Saymadım" deyince olduğum yere çakıldım. "Znnk!" diye bir ses kafanın içinden.

-DUR!-

Sen neden mahcup oluyorsun kardeşim yaa! Esas ben mahcubum!

-DEVAM-

Teşekkür edip çıktıktan sonra kahvemi içmeye gittim. Yazdığım bir sayfalık karalama, bu olay hakkında oldu. Şimdi mesele şu: Gerçekte yazacak bir şeyim yok muydu yani? Yahut yazma arzusu macerasını yanında mı taşır her zaman? Bilmem.

Haziran 20, 2011

Elektrikler Kesik Öğretmenim!


Yol arkadaşım kendime geleyim diye bana ödev vermişti. Aslında kısmen yaptım ama konum bu değil. İlk cümleyi bir daha okusan anlayacağın üzre sevgili okur kendimde değilim. Ferah adında bir kız içimde bir oraya bir buraya dolaşmakta. Hatta belki daha fazlası. Demin facebookta bir arkadaşımın duvarında hayıflandım kendime. Büssürü çocuk içimde dolanıyor filan dedim. Ucuz bir şey mi böylesi? Yalpalayacak yol, kafayı toslayacak duvar aramak? Bulunca sevinmek?

Bak, birdenbire canımın istedikleri:

1. Ayçekirdeği çitlemek. Çiçeğinden ama. "Kafa" derler bizim köyde ona.
2. Hamurla uğraşmak.
3. Güneş görmek. (Ama yazık ki daha saatler var)
4. Doğduğum evi görmek.
5. Gözlerimi kapamak, açtığımda kendimi bir TSM korosunun solisti olarak bulmak. Şef başlamam için işaret veriyor, konseri aksatıyorum yahu. Nereye dalıp gitmişim / gelmişim böyle. Gerçeğim bu değil. Gerçeğim koro. 3-2-1. "Biir ilk bahaaaar sabaaaaaaaahığ / Güneşle uyandın mı hiiiiiiiğç / Çılgın gibiğ koşaaaaaağraaaaak / Kırlara uzandın mı hiiiiiiğç".
6. Denize bakmak.
7. Sevgilime belki de gülünç bulacağı gelecek tasavvurumu ve hayallerimi anlatmak. Uykusunu kaçırmak. Sonra ortalıkta hoplayıp zıplamak.
8. Sessizce, uzun uzun aynaya bakmak. Ki bu, hayatta beni en çok sakinleştiren şeylerden olmuştur hep.
9. Gözlerimi kapamak, açtığımda kendimi Roma'da bulmak. Kafamı bi' çevirmek ki, hooğ! İşte sevgili. "Geldik mi..." deyip ağlamaya başlamak. Bütün zehrimi, ağırlığımı Âşıklar Çeşmesi midir ne zıkkımdır ona boşaltmak. Daha katlanılır bir sevgili olarak yurda dönmek.
10. Bunları yazdım diye ödevimi yaptığımı iddia etmek. Seven insan yer arkadaşım!

"Ben Ölmeden Önce" Vardı Ya Hani


Sevgili okur, ne Fatih Erdemci'yi nasıl bilirsin? Muhtemelen benim gibi senin için de o sadece "Ben Ölmeden Önce"deki esrarlı ses olarak kalmıştır. Bu kötü bir şey midir? Öyle sanıyorum ki değildir, olmamalı.

"Ben ölmeden önce" gibi bir lafın şarkı adı olduğunu gördüğümde bi' afallamıştım ben. Dinlediğimde, klibi izlediğimde ayrıca afallamıştım. Aradan geçen on küsür sene bozmadı bunu. Çok üzerine gitmediğim eski bir heves, bir kaçış planı gibi. Bu şarkıyı açıp dinlemek iyi bir şeydir. Dene istersen.

"Ama yine de..."

Orada çok şey düğümlü. "Öldüm" demekle olmuyor ey sevgili okur! Dönüp dolaşıyorsun, bir şey seni çağırıyor yaşamaya. Aklın ereceği şey değil sanki pek.

Şey var bi' de: İntihar etmeyi becerememiş kimsenin "ölmek istiyor olabileceğine" inanacak kertede saygı duyulmaz acısına. Ergendir o, depresyondadır. Büyütmektedir, abartmaktadır. Elindekinin farkında değildir. Kaşınmaktadır. Ama hayat güzeldir falan. Oysa sevgili okur, insanın eremediği bir mesafedir bu "ben" denen mesafe. Dikkat ederseniz kimse pek kendisiyle meşgul değildir. Etraf, başkaları, o kadir bilmez "onlar" hep bütün suçu üstüne alır. Ama hayır. I-ım.

Ne bileyim işte. Böyle karman çorman bi' şeydir bu da.

Ama şarkı hakikaten tatlı bi' şarkıdır ha!

Bu Haftanın Sonu

Çocukluğumdan bana hatıra, hayattaki en yakınlarımdan bir kuzuyu ve iki kardeşini az evvel yolcu ettim. Ankara'ya dönmek için bir otobüse bindiler; istiyorlar ki hareket etsin saatinde. İstiyorlar ki düzen devam etsin edebildiğince. Uykum kaçtı. Kafam bulandı. Bir gülümseme, bu hafta sonunun hatırası oldu, dudaklarımda kaldı.

Bol bol yürüdüğümüz bu iki günde, iki kuzu ilk defa İstanbul'u gördü. Ben ilk defa Yıldız Parkı'nda bulundum. Hayran hayran bir şeye / insana / yere bakmak gibisi var mı. Yok. Çok eminim sevgili okurum, yok. İstanbul, sana her gün daha fazla hayran oluyorum.

Evet, konu esasen bu. İstanbul'un kafamda aldığı şekiller. Gözüme göründüğü kılıklar, büründüğü yüzler. Verdiği sözler. Hatırlattığı iyilikler. Hafızamı bir hâle yola koyan bu şehirde, kendimle barışmaya hiç olmadığım kadar yakınım. "Kendimle barışma" dediğim şey o klasik "özgüven" geyiğiyle hiç ilgili değil. Tamam, bazen seversin kendini, bazen uyuz olursun. Kastettiğim bu gerginlikten başka bir şey. Kastettiğim kendinle küs olmak, arayı bozmuş olmak, bir süredir görüşmüyor olmak. Aradığını görüp geri aramamak. Fotoğraflarını ortadan kaldırmak. Kendi ile arasında böyle bir kopukluk olan insan bilir ki, kötü bir şeydir bu. Ama geçmesi de yarabbi, belki dünyadaki en güzel şey! Belki de benim gibi bazı çocuklara da eşeği öce kaybettirilmiştir. Olamaz mı, olabilir. =)

Bu hafta sonu beni uzaktan görenler yürür sandılar. Kahkahalar atar, eğlenir, pek bir şeyi düşünmez sandılar. Düşümez olur muyum sevgili okurum! Hiç düşünmemeyi becerebilir miyim, ı-ım.

Saat 02.06 oldu. Uykum yok gibi. Kafamın içinde bir sürü şey gene. Zarar yok, mutluyum.

Haziran 17, 2011

Dünya Gözüyle MFÖ


25 Haziran 2011 Cumartesi günü, ekşi sözlükte çaylak olarak geçirdiğim 2 yılın adetâ bir ödülü olarak, Mazhar-Fuat-Özkan'ı "göreceğim". Bu gözlerle evet, şu anda ellerime bakmakta olan gözlerle. Ve dahi yanımda yol arkadaşımla. İlk defa bağıra bağıra şarkı söyleyeceğim, o mühim ağacın pek kıymetli ağırbaşlı dalıyla. Birlikte dalacağımız gözü açık uykunun muhtemel durakları da şurada:

Ele güne karşıııı yapayalnııııız.
Maaaaaaazeretim vaaaaar.
Bu sabaaaaaaaah yaaaaağmur vaaaaaaaar İstanbul'da.
Korkunçtur yalnızlığımııız bir oyun oynanır oyalanırııız.
Kaaaaaafiye olsun diye deeeğil.
Aliii-iii-iii Ali Desidero.
Erken kalkmak meeeecburen.
Biiir şarkı var aklımdaaaaaa söylemesi ayıp.
Leyladan geçmeee faaaaslındayım.
Biraz uykuuuuuuuuuğ bütün isteğim buydu.
Koşarak koşarak geeeeel banaaaağ geeeeel.
Birden sen gelseeeeeen aklımaaaaaaaağ.
Ana. Yalnızlar garındayım.

Ofisimin üst katında hangi gerizekâlının masasında darbuka çalmakta olduğu sorusu bile asgari önem arz etmekte an itibariyle. Çünkü aklım beni götürdü uzaklara. Gelecek olan zamana.

Bütün soruların canı cehenneme! Teşekkürler sözlük.

Haziran 10, 2011

İç Ses Bu Hafta Kuşun Konuğu


1
Kuş Ses: Bugün hava çok güzel, neden Bostancı sahiline gitmiyorsun? Yol arkadaşına azıcık "gaz" ver. Hemen coşar o zaten. Biliyorsun, öyle birisi.
İç Ses: Hakkaten ha. Du' ariyim bi'!

2
Kuş Ses: Bazen neye canım sıkılıyor biliyo musun: İnsanlar çok çıkarcı.
İç Ses: Günaydın. Mal kuş.

3

Kuş Ses:
Yaz da amma geç geldi bu sene ha. Yine de iyiyim ben ama. Keyfim yerinde Allahaşükür.
İç Ses: Hehe, ben de aynen tekrarlayabilirim bunları.

4
Kuş Ses: Can yanlış anlıyor. Yahut anlamıyor. "Henüz" demeli belki de. Ama hep seni sevdiğinden. İyi bir çocuk o.
İç Ses: Beni sevdiğinden emin olmak pek zor. Çok kızgın üstelik. Ama ben onu çok sevdiğimden kesin eminim.


5
Kuş Ses:
Bence "hayal" seviyor diye de herkese güvenmemek lazım. "Yalan" hayale yakın bir şey sonuçta.
İç Ses: Eh, onu anladık artık canım!


6
Kuş Ses:Madem bu kadar canın sıkılıyor ofiste, bi' kahve yap. Baudelaire oku!
İç Ses: Ama kafam almıycakmış gibi geliyor böyle. Garip, ne bileyim.
Kuş Ses: Kafana sıçaydım hemi.

7
Kuş Ses: Anneyi de gönderdin. Al sana özgür ve yalnız hayat. Salak.
İç Ses: Ama böyle hakaret filan. Ayıp oluyor. Masum görünüşlü kâtil misin sen?
Kuş Ses: Sana laf edince kâtil mi olduk? Demin insanlar şöyle böyle diyince nasıl hoşuna gitmişti hemen. Bi' farkın yok herkesten. Ama kötü kız da sayılmazsın.
İç Ses: Sağ ol.
Kuş Ses: Yoo, düşündüğüm için söyledim.

8
Kuş Ses: Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz.
İç Ses: Hadi inşallah.

9
Kuş Ses: Ben bir baykuş yavrusuyum.
İç Ses: Di' mi yaağ. Tipe bak! Yerim lan.

Haziran 08, 2011

Kırmızı Oda Ne Güzelsin!


"Twin Peaks" izleyerek her şeyi unutasım var. Kafamızın içindeki karman çorman dünyanın temsili kırmızı oda, hakkında yazacağım.

Bu hafta sonunun gelmesi lazım. Zamanın durması, "Twin Peaks"in esrarla, çığlıklarla, cinayetlerle ve düşlerde gezen korkunç cücelerle gözlerimin önünden geçmesi lazım. O zaman yakasından tutacağım bir daha düşüncenin.

Günlerin Günlerin Ardında

"Göyaşlarımızı bitti mi sandın" ne güzel bir şarkıdır. Adı, tek başına, düşüncelere daldırır. Kafiye olsun diye değil.

Haziran 07, 2011

Ah Melange, Ne Yaptın Böyle Bana


Wiener Melange mıdır nedir. Güzel kahve vesselam. Tchibo'da en sevdiklerimden biri. Diğeri de Africa Intense. Neden bunlardan bahsediyorum: çünkü kahvem bitti!

Resmen bir kaşık kadar kaldı. Yarın Kadıköy'e inmek gözde büyür. Büyümesin de ne yapsın. Annemler cuma günü evlerine dönecekler. Son iki günlerinde nasıl iş çıkışı Kadıköy "gezmesi" olsun? Sen ne yaparsan yap, "gezmedir" o nihayet.

Esasen bunları kendimle alay içün yazmaktayım ey sevgili okurum. Zira bugün, ne zamandan beri içimi sıkan bir mesele halloldu sayılır. Bi' gıdımı kaldı. Bi'şey olmaz. Bu hafta sonunu iple çekiyorum. Zira sevgili yol arkadaşımla ardarda 4 saat geçirebilmeyi özledim! Bütün bir gün! Bütün bir hafta sonu!

Kahvem bitti. Ah! Allah'ım sen herkse böyle dert ver. O bir kaşık orada dururken, ben kendime güleceğim. Herkes böyle kendine gülse ya arada.

Ulan bi' güzel hissettim ki.

Haziran 06, 2011

Wonderland'e Alternatif Bir Yaşam Alanı: "Dünyanın Orta Yeri"


Toprağıma diktiğim çiçeğin yanlış olduğunun ayırdına vardığım şu zamanda, hayatım boyunca zaten hiç geçmemiş tedirginliğimin önünde küçük küçük pırıltılar peyda oldu. Elimdeki su belli, içimdeki toprak belli. Neden? Neden bunca zaman bu kadar yanlış heveslerle herc ü merc. Cevabın yok ey soru, çekil yolumdan!

Evet işte, insanın sadece toprağı ve suyu olduğunu bilmesi yetmiyor. Hangi toprak kardeşim bu? Suyun "kekre" mi biraz, "tuzlu" mu? Olur ya önceki hayatında -inanıyorsan bir "önceki hayat"a- bir okyanusta damlalık işindeydin belki. Ve'l hâsıl-ı kelam, benim gideceğim iller "oralar" değilmiş sevgili okurum. Bir hafiflemeyle, bir rahatlamayla, bir sükutla ve biraz korkuyla karşılıyorum bu yeni bilgiyi. Ey sen, sessiz bilge, sessizliğin bilgesi. Yine kestirdin en doğru zamanı, yine sevdirdin kendini, saydırdın bana. Yine sırtımı sıvazladın, "Yeni yol burası, aç bakayım gözünü" dedin. Birkaç defa yapmıştın bunu ama bu sefer çok emin olduğum yerden tuttun! Çok canımı okşayan şeylerin adını sildin. hafızamla her oynayışında, geçmiş suları her dalgalanışında kafamda, bir şeyler "anlıyorum". Bu seferki sanki daha "zamanında", daha "kurtarıcı". Kafamın içinde pembe değilse de aydınlık bulutlar. Artık içimde bana şefkat gösteren bir ses var. Öğüdünü bir gerçek insandan almış bu ses, bana işte, anlamam gerekeni anlatan senden sonra ikinci şey oldu bir yandan:

Hayal gerçeğin düşmanı değil!

Demirhan Baylan şarkısı şöyle demişti: "Gerçekler / Hayallere karşı çıkamazlar / Gerçekler / Bir gün yok olacaklar". Beni pek heyecanlandıran bu dizeler şimdi sanki yavan biraz. Benim anahtar kelimem, ı ıh, "hayal" değilmiş. "Mucize" imiş bilge ses! Sessizliğin bilgesinin kafamda uğğğ uğğğ dolanan sesi. Ya da ne bileyim içimde cızz diye bir yanma hissi. "Bir gün yok olacaklar" mı gerçekler gerçekten? Buna ikna olmam gerçekten zor. "Ölüm"ün manasının bu olacağını düşünmek ne gafletmiş ey bilge. Gâfilmişim. Kendime avlanmam da farz olmuş bu çerçevede.

Hayal, kötü bir şey de değil. şahane bir şey hatta. "Düş" / "rûya"nın hemen yanında. Tahtı geniştir, pek rahattır kalbimde! Fakat gidilecek yol, gerçekte bir yoldur. Gerçekteki sırrın peşine düşmekten manalı hareket sezmişsem şimdiye kadar, saflığımdan olmuş ola! "Şimdi her şeyi aynada / bir muamma olarak görüyorum / Ama o gün bildiğim gibi / Tam bileceğim" diyesiymiş Aziz Paulus Corintoslulara 13. mektubunda. Jostein Gaarder, "Aynadaki Muamma"da epigraf mı yapmıştı ne. Ezberimde takılmış öyle bir şey işte. Şimdi her şeyi aynada bir muamma olarak görmek. Ama o zaman. Hayal, bu durumda, gerçeğin "bir gün" olacağı şeyin bir sezgisidir insanda. Gerçeğin mucizeye dönmekle müsemma yazgısının bir iması. Yoksa, bir yerimizden uydurduğumuz ipek mendillerle gözyaşı silmekler, bana bu saatten sonra "saçma" görünür. Beş duyumla alacağım, içime nefes gibi çekeceğim korkular / muğlaklar / belirsizler / uçuklar...

Ne bileyim, kafam bulanık. Ama nasıl bir tat ağzımda. Üç vakte kalmaz olmadığım kerte mutlanırım ben. O zaman işte has bahçenin gülü olur kıvrandıran kelimeler, ruhumu sıkıştıran ufak ufak dilekler. Hepsine yer var yeni yolumda. Balkabağı ise balkabağı. Onun da mis gibi cevizli tatlısı oluyor. Hatta bazen yanıyor, tanıyamıyorsun kabağı! Kokusu değişiyor, şekli değişiyor, "Ben yangınım" deyiveriyor. En güzel tarafı da bu sürprizi sen "uydurmamış" oluyorsun. Sana hediye, gidip uydurduklarının yanına yavaşça kıvrılıp uykularına karışıyorlar.

Haziran 05, 2011

365 İçin: Çocuk Ş.'ye Açık Mektup


Sevgili Ş. ,
Büyük ihtimalle 1984 yılının yazında, herhangi bir gündesin. Babanın eli arkanda, keyfin yerinde. Yazık ki sana bu keyfi veren bilinçsizliğin, sen bunun da ayırdında değilsin. Sözlerim sana ukalalık gibi gelmesin. Şefkatli bir abla say beni, şimdilik. Gerçeği açıklayana kadar.

Senin okuma yazma öğrenmene daha çok var. Bir kızı ilk kez beğenmene. Yerçekiminin ne olduğunu öğrenmene. Bilgisayar diye bir şey görmene. Hayatında ilk defa bira içmene. O sıkıntılı ortaokul senesine ve arkasından gelecek huzura, daha epey var. "Tutunamayanlar"ı okumana, okudukça küçük dilini yutmana da daha çok var. Sen üzerinde pembe kadife bir takımla, bir yaz günü babanın eli arkanda diye keyiftesin çocuk. Ne iyisin, ne güzelsin.

Bugün, benim benim bulunduğum zaman: 5 Haziran 2011. Vuuğ. Bilimkurgu şeysi gibi. (Bilimkurgu çok önemli bir detay olmayabilir, zamanı gelince onu da öğrenirsin!). Tam 27 koca sene var aramızda.

Seni hayatımda ilk defa 5 Haziran 2010'da Kadıköy'de gördüm. Sonra birlikte bulunduğumuz yerler listesi uzadı. Yaptığımız şeyler. Gördüğümüz hayvanlıklar, parıl parıl yanan onca güzelliğe beraber duyduğumuz hayranlıklar. Bir şey karşısında susup, donup salak salak birbirimize bakmalar. Sevgili Ş., biraz çenesi düşük bir insan olduğum için lafı uzatıyorum. Ama beni anladığını umarım! Ben, sevgili Ş., hayatımda ilk defa 365 gün evvel görmüştüm seni. Ve o zamandan bu yana, insanlarca boğazıma dizilen her lokmayı sırtımı sıvazlamanla yuttum; verdiğin suyla kendime geldim. Nefes aldım, bir "Oh!" dedim. yanılıyorsam da, artık yalnız yanılmıyordum. Bu ne demek, sen daha bilmezsin.

Ben mutluyum sevgili Ş. Ve benim gibi birinin mutluyum diyebilmesinde, bilmezsin ne acayip çalkantılar var.

26 sene sonra görüşmek üzere. Esen kal çocuk! Bildiğim bütün duaları sana öğretmeye geleceğim.

Haziran 02, 2011

Seninle Konuşurum Bak Elbise!


Seni görünce gözümde hemen geniş ve yürüdükçe uzayan, kilometrelerce süren, bitmeyecek zannettiren bir koridor canlandı! İki tarafında da duvara sabitlenmiş metal borular, kalın. İçlerinden akan suyun sesi duyulmakta. Bu borulara asılmış, senden milyonlarcası! Bütün kadınlara, kadın hayaletlerine, kız çocuklarına, hainlere ve vicdansızlara yetecek kadar çok! Hepimizi "aynıymış" gibi gösteren yalan sende resmolunmuş, anladın değil mi beni? Sen, güzel elbise, bir acımasız sesin oyuncağı olmuşsun. Eşitliyorsun bizi. Aynı kefeye koyuyorsun.

Gerçek şu ki, zaten halihazırda "bize" dair en şahane gözlem de senden birer tane giymemişliğimize rağmenki aynılığımız! Bakınca, evet, sanki aynıyız. Zaten insanda "sürpriz" yaratan şey de o değil mi. "Senin gibi sanmak herkesi", bir gün öğrenmek ki, ohoo! "Anlıyorum" demişlerdir. Oysa senin cümlelerin yalnızca onların kafalarındaki alengirli hesaplara yahut bencil rüyalara hizmet vermiştir. Taşlar gediğine oturmaktadır, sen anlatmaktasındır kendini.

Madem diyorum manzara budur. Estetik bir tarafı olsa! O bitmez sanacağımız geniiiş koridorun iki yanında tertemiz dizildiğinde sen ve senden milyon tanesi, en azından "insan"ın görüntüsü kurtulacak! Sahte gülümsemenin yerini melankolik salınmalar alacak belki. "I'm in heaven" diye mırıldana mırıldana gittikçe solan renklerimizle etrafta dolaşsak birbirimizi kandırmalara ne vakit kalacak ne de gücümüz.

Bilmem ki sevgili elbise, karman çorman kafamdan bir anlama gelecek bir şeyler çıkarabiliyor muyum? Bu konudaki başarım takdirine kalıyor. Ben kendimi ancak kandırılmalarım, ayakta uyumalarım, aptal aptal bakmalarım ve hatta şapşal umutlarım için takdir ediyorum.

Bu fantazimin bir "fantazi" olması bir yana, bir gün seni giyip uzun uzun dünyaya bakmak istiyorum. "I'm in heaven" o zaman. Solan renkten umut anlamayı da kendime şimdiden öğütlüyorum. Zira bugüne kadarki kodlar, şifreler, harfler ve benzeri bütün işaretler yerle yeksan, darma duman, tuzla buz. Ama sonu gelmiyor yaşadığımız sürece hayatın, şimdi yeni bir zamana doğru bakıyoruz.