Ocak 20, 2012

Hayat Ne Zaman Güzeldir?

Hayat, kanımca bir yeni hayatlar silsilesi olduğu vakit güzeldir, yahut olacaktır sevgili okur!

Şu anda zihnimden taşan ıvır zıvırın içinden ancak bunu ayıklayıp çıkarabildim. Bu yaz yeni bir hayata başlıyorum. Bundan 4 sene evvel de yeni bir hayata başlamıştım. Ve 2004 yazında da.

Kendimi elime alıp tak diye sert zemine fırlatmaktan daha mantıklı / manalı bir şey yok bence, göremiyorum. Her bir yaşam tarzı, her bir yeni ev, her bir yeni rol / kimlik yahut yeni sorumluluklar dizisi bir süre sonra tüketiyor kendini. Hiç ediyor. Ve geçmişte, "temel"de, eskide, en geride ne varsa o alıyor bunların yerini. Bu temel çürük bir temelse, yahut yamrı yumru ise, ne bileyim temelde teknik bir sorun yoksa ama "sana göre" olmadığından yaşamına temel teşkil edemediyse... İşbu şartlar altında tutacaksın kendini, kaldırıp taaak diye. Evet, başka çare yok, görünmüyor.

Ocak 19, 2012

Bir Güzelim Terazi

Twitter'da Nadir sarıbacak yazmış: "İki günü eşit olan ziyandadır".

Düz mantık bakarsan iki farklı günün eşit olamayacağı malumumuz tabii. Fakat sanırım bu kadar kestirmeci atmacı olmamak lazım gelir. İnsan kendine sormalı "Bugün ne yaptım?". Hani böyle dile getirip de "yaptım" deyince bir ağırlığı olan, ne yaptım?

Yavaş yavaş bir şeylerin ucundan tutmak. Ama kendim için. Sevgili okurum, işte istediğim bu!

Ah güzelim terazi, eşitleme günlerimi!

Ocak 14, 2012

İçimde Uyuyakalmış Tilkiye ve Ölü Edip Cansever'e Küçük Mektup

Mumlar elma kokuyor,Oblomov rüya anlatıyor. İçime bir durgunluk, içimdeki tilkiye bir yılgınlık geliyor. Derin uyusun Allahım! Amin.

"Tilki tilki derin uyu,kalbimdeki sen değilsin
Ne derdi bilge kişiler: Herkes kendi yerin bilsin.

Gördün içimde bir kuyu, attın o meşhur peyniri
Metaforsunuz aslında, anlasınlar diye beni"

Tilki tabii, uykusunda bile tilki, veriyor acıklı cevabı:

"Anlamazlar ki"



Gel Edip Amca, çekinme. Tilkimle ben, biz bizeyiz; biz bize. En azından aklıma gel. geldi!

"Ne çıkar bizi anlamaktan" ("Petrol"den)
"Ne çıkar siz bizi anlamasanız da.." ("Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka"dan)

Yaa, Edip Amca, ikisini bir araya koyduğunun dünyası! Hâlâ dönemkte. Tilkinin de yazgısı bu. Koşturup peynir peşinde, nifakları dökmek içimize. İnsanlarla, kolaylıklarla aramıza girmek. Şiirle, şairle, üzünçle, aynayla, elma kokan mumlarla falan hemhâl etmek bizi. Kış mı gelmiş, uyumak. Öyle bir şeyler işte. Sen gittin dünyadan ammaaa hikâye hâlâ aynı hikâye...

Postcrossing: "Zarflar Üstü Pullarım / Ne Diyardan Haber var?"

Sevgili okuyucum,

Uzun zamandır sana Postcrossing denen mucizevi iyilik hareketi ve yazı/mektup vs. sever kişinin bu koskoca ışık huzmesi karşısında içine düştüğü ve ciğerinden hayretlerin hayretini, sevinçlerin sevincini taşıran o büyük çaresizliği yazmak ister idim. Nasip bugüneymiş.

www.postcrossing.com

Bahsimiz bu siteye dair! Birileri çıkmış, bir şey yapmış. İşleyişi çok kısa aktaracağım; meraklısı için geniiiişçesi sitede yer almakta. Tek mesele İngilizce bilme gereği.

Şimdik, kaydoluyorsun. Adresini vermen gerekiyor bunun için. Artık güvenip güvenmemek senin elinde ama siteyi biraz gezsen güvenirsin bence. Çünkü tertemiz, disiplinli, içten ve düzgün bir görüntü var orada. Kural şu, aynı anda 5 kart yollamak için rastgele adres alabiliyorsun sistemden. Ve onlar birer birer ulaştıkça başkalarının o 5 adreslik hakkında karşısına çıkacak isimlerden oluyorsun. Yani, karşılıklı olmuyor kart yollama işi. Sana yollayan ile senin yolladığın tesadüfi olarak belirleniyor ve farklı oluyor. Detaylara bakabilirsin.

Ben bir öğrencimden edindim bu bilgileri ve hemen "Bu gerçek olamaz" diye düşündüm. Anlattığım 2 kişi de "e-kart" zannetti önce bahsedileni =) Hehe, ihtimal ki sen de öyle sandın! Hayır canım, kanlı canlı; gidilip postaneye verilmiş kartlar. Şu an itibariyle elime 8 adet kart ulaştı. 2'si Almanya'dan, diğerleri ise A.B.D., Tayvan, Rusya, Finlandiya, Letonya ve Macaristan'dan. Hepsi başka masal alemi. Profilimde yazmıştım, bana ilüstrasyon bişiler yollayınız reca ederim diye.

Geldikçe bunlar uzuuuun uzun bakıyorum. Pullara, zarflara, yazı karakterlerine, isimlere, arkalara yapıştırılmış minik minik stickerlara... Bu insanların zoru nedir sevgili okuyucum? Hım? Bu proje hakkında geliştirilebilecek en kötü niyetli iddia sanırım şu olur: "Herkes kart alabilmek için yolluyor; sonuçta kart atmalarının bir karşılığı olduğunu biliyorlar". Evet sevgili kara kalp! Aynen öyle. Ben mesela, bana ne gelecek diye kudurarak yolluyorum her birini, doğrudur. Ne kadar çıkarcıyım diğ mi =)

Şimdi sana Finlandiya'dan gelen kartımı göstereyim ey insan! Sevgili Panda (Adı yok, bunu kullanıyor takma ad olarak)yollamış. Sitede benim bu kartı beğendiğimi gördüğü için yollamış, öyle diyor. Tanımadığım biri, benim için, bu detayı hesaba katıyor. Ve ben "dünya kötü" diyorum. Vay hâlime!




Ben şimdi sana bir şey diyeyim fakat gülmeyiver e mi: Ben belki de bu projeyi duymak için öğretmen oldum! Belki yolladığım bir kart birinin aklına bir şey getirecek. Misal, merak edip İstanbul'u araştıracak / gelecek / yerleşecek... Yahut çocuklarım bu koleksiyona baka baka "dünya"yı benim kafamdakinden daha "güzel" hayal edecek de benden daha mesut kişiler olacaklar büyüyünce. Ah, neler ve daha neler neleeer. Böyle bir şey değil mi sence de hayat? Koy elini önce vicdanına, değil mi ha?

Bi' de son bir şey. Vardır ya, "Bizde orta öğretim çöktü" diye. Yazık ki ben de buna kanaat ediyorum kartlar geldikçe. Sence ey insan, bu farklı ülkelerdeki, tesadüfen seçilmiş insanların hepsinin mi yazısı bu kadar karakteristik olur? Bu kadar "özenli" olur? Benim çoğu öğrencimin yazısı bok gibi. 80 kişilik Mimarlık sınıfımda saysam "düzgün" denecek 10 yazı ancak çıkar. Bunun yetenekten başka bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu, insan düşüncesine, olanaklarına, yatkınlıklarına verilen değerle, bunların ne derece adam gibi işlendiği ve zihinlerin nasıl yönlendirildiği ile yakından ilgili. İnternet nesli falan diyoruz, bu gördüğüm yazılar da bu nesil sevgili okuyucum. Ve burada, "Mimar olacağım!" diyen çocuğun "yazısı"na bakıyorum. Üzülüyorum. Üzülüyorum. Üzülüyorum. Ama kazancım üzüntü değil, farkındalık.

İçinizde haberdar olduğuna sevinen ve aramıza katılan olursa, ah, ne güzel olmaz mı!

Şöyle diyorlar efem:

"Happy postcrossing!"

Ocak 11, 2012

Bu Gece Kadınlara

Edip Cansever'in adını bir türlü hatırlayamadığım şiirinden bir dize bu: "Bu gece kadınlara". Kendini "bir yerlere vurmak" derler bir insanlık durumu vardır ey okur gözü, aha bu da onunlan ilgili.

Nereye vuruyorum bu gece kendimi? "Kırmızı bir at çizerdim / Kırmızı bir at, bak bu da kafası / Nereden geldim, nereye giderdim / Bu da düşünen kafanın bana sorusu" diyen pek sevgili Yasemin Mori'nin konserine. Üniversite çağlarımda kafacığımın içinde, Mercan Dede'nin sıkça sahne aldığı yer olması hasebiyle bir cennet mekan ütopyası hâlinde yüzmüş durmuş Babylon'daki konserine. Yasemin Mori'yi benimlen beraber pek seven bir cânım ile birlikte. Aslında bu hem de benim hayatımda gideceğim ilk bar konseri, umm, böyle deniyor bunlara diğ mi?



Tam manasıyle, "Bu gece kadınlara". Bakalım neler dökülecek önümüz sıra yollara. Hem giderken kadıköy'den doğru; ve hem de dönerken gece, yağmur ve baht ile kol kola. Derken, bilet bitermiş mesela. Ama bitmez sanırım, öyle demiş Babylon'da çalışmaktaki şahıs. Bitmez, demiş. Bana kalırsa, "Korkmayın ahmaklar!" da demeye getirmiş. Bundan sonra kimse demeye getirmesin, desin. Gidilecek yerler var, zaman dar. hayat bi' tane hayat.

Nasıl konu dağıtırım, şaşarsın. Ben ki, cümlenin öğeleri anlatırken hayatın anlamını sorgulamaya doğru konuyu çekiştirebilen insanım. Dağınık kafa, bir erdemdir desem korkacaklar. Bu yüzden böyle konular açılınca uzakta görünen ışığa çok da yaklaşmadan susarım.

Şu noktada dönülmesi zor görünen konuma can havliyle dönecek olursam, Yasemin Mori diyorum sevgili okur.

"Yasemin, bence insanlar birazcık değil, çok aptal!" demeye cesaret edemeyecek olsam da, aynı havayı solurken bunu içimden geçirmeye gidiyorum. Benim de cesaretten anladığım budur efendim. Ama çok aptal değiller mi gerçekten?

Ocak 07, 2012

Neler Neleeeeeer

Sevgili okur,

Bloga geri dönmeyi beceremediğim zaman içinde pek çok şey vuku buldu. Her biri için başka yazı yazsan, yazılır.

- "A Dangerous Method"u izledim. Freud'u da Jung'u da feci yüzeyde gördüm, canım sıkıldı.

- "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi"ni izledim, ben pek sevdim ama üstüne okuduklarımdan sonra keyfim kaçtı.

- "Kürk Mantolu Madonna"yı seneler sonra bir daha okudum ve anlatıcıya bir daha bayıldım. Bir aşk romanı olmadığına tam manasıyle kanaat ettim ve bu vesile ile her bokun aşk üzerinden değerlendirilmesine ne derece uyuz olduğumu bir defa daha hatırlamış oldum. Ve evet, bence dünyadaki üstüne konuşmaya değmeyen tek insan meselesi "aşk"tır. Bundan artık neredeyse hiç şüphem yok.

- Evlenme teklifi aldım. Aslında zaten evlenme planı yaptığım zat-ı muhteremden. Ama işte, zat muhterem olunca sürpriz mürpriz aramıyor gayrı insan.

- Dün bir dizide nikâh sahnesine ağladım. Gelinlik gözüme bi' acayip göründü. Sonracığıma, geçsin hemen bu durum istedim. Geçsin de işimize bakalım. "Ben"den gayrı dert edinecek çok insan var dünyada. Öyle ki, "Hay senin giyeceğin gelinliğe" diyesi geliyor insanın kendi kendine.

- Mustafa Altıoklar'ın "Banyo" filmini izledim can sıkıntısından 2.defa. Tıpkı ilk seferinde olduğu gibi, bu filmin kötü olmadığı sonucuna vardım. Ama "güzel" demekte bu kez zorlandım. Sonra da Allahım dedim, var oluş hiçbir nesne için noktasını bulmuş değil demek ki, dedim. Sen sabır ver.

- "Oblomov"u okumaya başladım. Nedense hep korkmuş idim bu romandan, yahut çok da mühim değil gibi gelmiş idi. Fakat an itibariyle içim kıyıla kıyıla takip etmedeyim İlya İlyiç'in "yaşama" hevesini.

Sevgili okur, hoşça bak zatına e mi.