Bu oturmakta olduğum kanepeden kalkmak için evvelinde bilgisayarımı kucağımdan çekmem lazım. Çekelim. Kalkıp antreye yönelmem lazım. Ama biliyor musun sevgili okurum; ben öyle bir kişiyim ki bu saydığım iki basit eylemi aklımdan hiçbir anı-kaygı-telaş-vs geçmeksizin yapmam olanaksız. Rabbim de beni böyle yaratmış.
Antre dediğim minicik bir koridor, sonu mutfak. Ocak, cezve. Biraz su ve kahve. Azıcık şeker. Ah, ne zor bir araya gelecek şeyler. Biliyorum, içinizde bazı şanslılar var, onların hayatlarında bu tür basit şeyler şakır şakır olur biter. Oysa, benim naçiz matematiğimde bir fincan damla sakızlı Türk kahvesi bir dizi büyük fedakârlık eder. İçimdeki utangaç kız dile gelir, "Hatırlamayı göze alıyorum", "Ne çağrışırsa çağrışsın anasını satayım!" der. Hadi demesin bakalım.
Kokuyu önceden hayal etmek var mesela bir de. Zihinden geçecek kaygılar maygılar dışında bir de bu var. Kahve kokusunu bu kadar seven ben, minicik bir koridorun bir yerinde dayanamayıp düşüp kalsam ne olur? Ne olacak, gülersin! Gülme sevgili okurum! Az sabır değil benim için o beş dakika. Kısık ateş, beş dakika. Harlandırsana ateşi, harlandıramazsın! Kötü olur kahve o zaman diğ mi? Zaten köpük miktarı en büyük utancımdır bu hususta. Uzadıkça uzuyor, ucu gelmiyor elimize baksanıza.
Ama işte, mübah, hepsi mübah. Yaşa sen zamanında abimin askerden dönerken Kıbrıs'tan getirdiği çiçekli fincan; şimdi gelip kaygıyla, telaşla ah bir de kısmet olursa eser miktarda köpükle dolduruyorum içini.
Saygılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder