Ocak 28, 2010

Ricky Fitts'in Hayatında Gördüğü En Güzel Şey

American Beauty'ye nasıl Oscar verdiklerine hâlâ şaşıyorum. Gerçi Oscar beni pek de eneterese etmez esasen ama olsun. Böyle bir filmin popüler naneler arasında nanik yapmış olması güzel şeydir. Güzel şeydi.

Lester Burnham adlı andropozlu / itici / kıl bir adamın ölüsünün ("ruhunun" demsem daha naif aslında, neyse) anlatıcı olduğu bu paramparça hayatlar geçidini seyirde bendenizin gözlerinden kanlı yaşlar çağıran bir karakter vardı ki sormayın gitsin. Seneler sonra hâlâ bir incecik gülümserim, gözlerim de dolar aynı anda.




Şekil 1-a'da görüldüğü üzere, Ricky'nin filmdeki en mühim enstantanesi sürekli her bir şeyi kayda alıyor olması. Bu fotoğrafta aşık olduğu hatunu çekmekte; filmin atmosferine yakışan soğuk / yılgın / korkak / aç / meraklı / cahil bir romantizm. Bu sıraladığım sıfatları üşenmeyip bir de cinselliğin önüne koyabiliriz. Ricky'nin asıl beni cezbeden yanı hatun ile ilişkisinden önce; yalnızca Ricky olarak içinde bulunduğu durum. Hoş, hatun ile yahut herhangi başka bir kişi ile ilişkisi de Ricky'nin göründüğü / kendini ortaya koyduğu mecrayı oluşturur elbette. Fakat demek istediğim sadece şu: "durgun" olan Ricky beni daha ziyade ilgilendiriyor.

Sürekli olarak, her şeyin video kaydını alması nedir? üzerine düşünmeyi sevdiğim bir şey bu. Sevdiğim bir öneri, "hafıza"nın sıfırlanması ile ilgili. bir "American boy" olmak hasebiyle hafızası pek de sağlam bir "uzvu" sayılmıyor demek ki Ricky'nin; pek güvenemiyor ona. yahut bir şekilde onu silmiş / kaybetmiş. Zihninin içinde yeterince hatırı sayılacak anı yok ve bu yüzden de biriktiriyor. O hâlde durum daha da ilginçleşiyor. Çünkü biriktirdiği özel şeyler değil; "sıradan" şeyler. Hatta, "her" şey. Dolayısıyla, hem hafızası pek sağlam değil, hem hlihazırda sakladığı sağlam bir şeyler yok; üstüne bir de önündeki malzemeden "estetik" olanı çekip çıkaramıyor. Zira bana kalırsa estetik olan konusunda idmanlı değil. Hazırsan abartıyorum ey insan: Amerikalı, bir tarih koyamadığı zihninin içine işte böyle acıklıcana "ne bulsa" dolduruyor. Yığıyor. Yontmaya vakti yok.

Ricky, "hayatında gördüğü en güzel şey" olarak, rüzgârda uçuşan boş bir torbanın zamanında kaydettiği videosunu izletir hatuna. Az evvel söylediklerimden hareket edersem bir tür "kitsch" demiş oluyorum torbaya. Zevksizliğin estetiğine giden yolda bir merhale. Yine de, aklımdan bir şey daha geçiyor. Hatırlarsan, "bir öneri" demiştim bu açıklamaya ey insan! Şimdi biraz daha hissî bir bakış atacağım.

"Ne görüyorsun bunlarda?" gibi bir şey soruyordu hatun, torbanın görüntüsünü izlerken. El cevap: "Güzellikler".

Sıradanlıkta güzellik bulmayı, sanıyorum "kitsch"likten öte bir de "naifliğe" bir alkış olarak da alabilriz. Çünkü baba baskısından ve aşağılanmaktan yaşlanmış / yılmış fakat esasen müthiş bir enerjiyi ve merakı taşıyan bir çocuk bu. Dolayısıyla o torbaya baktığında bizimle aynı şeyi görmediğini; bir tür sihirli dünya kurguladığını düşünebiliriz ki bu makul bir öneri olur yine. Baktığı dünyayı gözleriyle yeniden şekillendiren, yeniden inşa eden sihirli bir çocuk yaparız bu durumda Ricky'i, ki bence bunun hiçbir sakıncası yok. hem böyle bir okumada "kayıt" etme eylemi ve "video" aracı pek anlamlı oluyor simgesel olarak. Bir sanatsal yaratı olarak sinemaya göndeme yapması bakımından da.

Ricky öyle bir şey ki, beni hem hislendiriyor; hem de filmin Amerika'ya giydirme politikasında bir yere de oturuyor.

Ricky ile ilgili meselem böyleyken böyle. bir de arabesk son söz:

Lester Burnham ölmedi; yüreğimde yaşıyor!

2 yorum:

  1. hafıza izleğinde güzel değerlendirme açıkçası. filmde beni en çok vuran sahnelerden biri olan ritim ve müzikle beni benden alan havada uçuşan poşet sahnesi konusundaki görüşüne de aynen katılıyorum. ve hatta abartıp ayakta alkışlıyorum :)
    hafızaya ilişkin tespitini de ilgiyle okudum. ancak benim asıl değinmek istediğim nokta: oscar kazanmışlık.
    böyle bi filmin oscar kazanması ilk bakışta şaşırtıcı gelse de, aslında bu filmin oscar kazanması akademinin her zamanki orta yolcu tavrından kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
    zira o döneme gelirken amerikan toplumunu eleştiren çok başarılı filmler çekilmişti. ang lee'nin Ice storm (1997), pleasantville (1998) gibi.
    american beatuy'e oscar verilmesi de (ki ben de oscar'ı çok kaale almasam da (bkz: sheakpeare in love, titanic...) sonuçta beğendiğim(iz) filmlerin ödüllendirilmesi de bir keyif) bir nevi eleştirel bakışın gazının alınması.
    ki american beauty ile dönemdaş olan çok daha sert eleştirelere sahip bir film olan fight clup (akademinin çoklukla yaptığı gibi) görmezden gelinmiştir.
    bu anlamda da american beauty'nin oscar alışına çok şaşırmamak lazım. nihayetinde o dönem aday gösterilen filmler arasında da gözünü seveyim yeşil yol, altıncı his var yahu :)
    dönemine göre eleştirel açıdan daha naif bir film, rakipleri arasında da hemen sivrilen bir filmin oscar alması kaçınılmaz bence.
    tabi sevdiğimiz bu filmin ödüllendirilmesine üzüldük mü? tabii ki hayır :)

    YanıtlaSil
  2. efendim çok teşekkür ediyorum yorumunuz için. yalnız fazla ayakta kalmayınız, buyurunuz oturunuz=)

    oscar meselesinde haklısın, doğru. ortayolcu tavırla açıklanabiliyor. ve kesinlikle sevindirici elbette. ama yine de fight club gibi bir örnek ağır geldi. tabii, "biz eleştiriyi de kaldırabiliriz" demek için american beauty daha iyi bir yöntem. fight club kadar anarşist değil.

    vel hasılı kelam: american beauty izlemek ister deli gönül=)

    YanıtlaSil