Temmuz 02, 2010

Merhaba Gerçeklik, Ben Arda



Benim hayatım kafamın içinde geçti. Evet, tam olarak öyle.

Bir hayat bir kafanın içinde nasıl geçer? Bir kafanın içi nasıl bir yerdir ki, içinde yirmi sekiz sene yaşamaya olanak verir? Üstelik bu yirmi sekiz sene sonunda dünya ile ilgili bazı fikirler geliştirilir? Belki de, kafanın içinde gelişen bu fikirlerin “dünya” ile ilgili olmayacağını düşünenleriniz çıkacaktır. Ama bana kalırsa, dünya öyle bir şey ki, onu seyrettiğiniz en uzak noktadan bile size bir şeyler anlatır. İşte, “anlam diye bir şey vardır ey insan” derken kastettiğim tam buydu. Tam olarak, noktasından virgülüne bu!

Bir köşede saklanmak addedilmesi haksızlık olabilecek bu durumun, kaybettirdikleri vardır yine de. Sıradan olan pek çok şeye yabancı olmak gibi. Gündelik olan pek çok şeyi tanımamak. Çok basit, çok normal, çok “a aaaa ne var canım bunda” ile aranın bozuk olması.

Ama garip bir şekilde, çok acayip bir şekilde de yabancı olduğun tüm bu şeylerin önemsiz olduğunu hissetmek. Belki de yanılmak ama, hissetmek işte. Çok kuvvetli olarak hissetmek. Bundan anlam verilmesi güç bir haz duymak. Sanırım benim kendime elişi kağıdından yaptığım “yalnızlık tanımı” bu. Elişi kağıtları güzel günler içindir ey insan, onlarla oynamakla öğrenirsin bazı şeyleri. Onlardan gemiler yaparsın, kuşlar… Onlardan yamru yumru şekiller kesersin, güzel olurlar. Onları farklı renklerde seçersin ki, içini açarlar. Ne var biliyor musun ey insan? Bazı çocuklar için bahar sadece elişi kağıtlarıyla gelir. Ve bu çocuklar büyüdüklerinde “gerçeğe” pek itimadı olmayan insanlar olurlar.

Bak nasıl da seninle tanışasım varmış ey okur. Buradaysan üç kere vur!
[Yakınlarda bir masa yok vurman için önerebileceğim. Gerçeğe vur. Vur da düşsün maskesi!]

3 yorum:

  1. gerçeğe nasıl vurulur ki? ben masaya vurmayı tercih ederim...

    YanıtlaSil
  2. Gerçeğe vurmak, "Ben gerçeğe vuruyorum!" diyebilmekten geçer bence. Elinin bir yere değmesi gerekmez.

    YanıtlaSil