Ekim 13, 2010

Biz, O Şapşal Çocuklar, “Geleceğe Dönüş”te Ne Bulmuştuk Acaba?


Marty McFly ve Emmett Brown. Bu iki isim, biz şapşal çocuklar için hafızanın bir gizli bahçesidir ey insan! Yukarıdaki fotoğrafta gördüğün bu iki gerçek olmayan insan, bizi “zaman” deyince heyecanlanır hâllere sokup yapayalnız bıraktılar. Hani meşhur cümlesi var ya Yaşar Kemal’in: “O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler”. Heh! O işte. “At” ile Delorean yer değiştirmeli tabii. Acaba Yaşar Kemal’in cümlesindeki güzel insanlar da başka zamana mı gitti? Sorular var, görüyor musun ey insan. Gene sorular!

Biz bu bütün şapşal çocuklar, bugün bir şeye çok hayret ediyoruz. “Geleceğe Dönüş” filminin bu güzel insanları şimdi nerede, gibi bir merakın peşine düşünce gittiğimiz o her bir taşında buram buram sükunet kokan yolun sonu şuraya açılıyor: Yeniden geçmişe gittiler! Bir yolculuğa daha çıktılar! Esas zaman yolculuğu bu değil mi işte? Gerçek zaman yolculuğu? Zavallı insana bahşolunan, yahut henüz keşfedebildiği yegane zaman yolculuğu?

Emmett Brown’un hafızamda etrafa dalgın dalgın baktığı bir zaman olmuş olmalı. Belki aylar, belki de birkaç yıl. Bir hafızaya alışmak, bir hafızada yaşamaya çalışmak nasıldır? Bunu bilemem. Hiç kimsenin hafızasında yerim olmadığından değil, oralardakiler “ben” olmadığımdan böyle. Gerçeğimden el etek çekmiş, gerçeğimi bir kenara itmiş, gerçeğimle olanı tüketmiş çeşitli insanların hafızalarına birer tane kendim bıraktım elbet. Hepsine bir başka hayat verdi onlar da. Kimi çok zalim bu Arzuların, kimi çok aptal. Kimi kalpsiz, kimi uysal. Bazı Arzuların tek derdi hava yapmak, ama aralarında tüm iyi niyetiyle sadece sevenleri de var. Selam hepinize sevgili Arzular!

(Belki çoklu kişilik bozukluğu hiçbir zihne kendinden bırakamayınca husule geliyordur he? İçindeki bu herkes, bir gün mutlaka çıkmalıdır dışarı belki.)

Emmett Brown, diyordum! Zannediyorum bendeki Emmett Brown’ın bütün yaptığı geceler ve dahi gündüzler –Hafızada gece gündüz var mıdır ey insan? Bi’ bakınıp da söyler misin seni oraya yollasam?—boyunca deneyler yapıyordur. Etrafında gördüğü insanlarla konuşuyordur. Soruyordur: “Yıkılmak üzereyim, gerçekten zaman böyle bir şey mi?”. Kimi susuyordur, biliyorum. Çünkü o kimi zaten sadece susmuştur hep. Kimi her şeyi bildiğine kâni, “Evet ya!” demiştir, “Tam da böyle bir şey Doktor!”. Emmett Brown’u karşısında görmenin heyecanını bastırmaya çalıştığından ileri gelen acımasızlığı öyle bir zulmet olur ki, Doktor bu dünyaya baktığına, bakacağına, anlamak diye yıllar yılı kendini parçaladığına bin pişman olur. “Doktor,” der belki uzatır da, “Sen ne sanmıştın ki?”. Uzun ve kalp kırıcı tiradından çıkan mana, hayatta plutonyum bulmaktan daha çetin eşikler olduğudur. Sanki kendisi ilk eşikte kafasını çarpıp kan kaybından gitmemiş, hafızayı böyle boylamamıştır.

Marty’nin derdi Jennifer’ı özlemektir galiba. Ara sıra gözlerimi kapatıp hayal etsem de hatunu, ı ıh, yollayamıyorum hafızama! Bende bir Jennifer yok, olamıyor. Üzülüyorum Marty için. Hep olduğu gibi, Doktor bakarken o dalıp dalıp gidiyor. Doktor bir şey deneyecekse Marty ile deniyor: “Marty şu duvarı görüyor musun?”. “Ne duvarı Doktor?”. “Boşver,” diyor Doktor ve düşünmeye devam ediyor: “Deek bu hafıza denen şeyde herkesin algısı farklı birbirinden. Bunu kullanarak belki de…”.

Zorlu şeyler ey insan! Ah bu zaman yolculukları, geçmiş kuyusuna yavaaaaaaaş yavaş inmeler! Hayatlardan çıkmalar, hafızaya girmeler. Alışmalar, kaçışmalar, ölmeler, gömülmeler.

Annem çok sorardı abimle bana: “Gene mi bu film? Sıkılmıyor musunuz evladım!”. Umm. Anladın sen cevabımı kardeşim. Cümleye dökmen mühim değil, biliyorum ki pek de güzel anladın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder