Aralık 11, 2010

Bir Nev-i İçimize Kapanma


İstanbul iki gündür çok kış. Bir fırtınanın en sevdiği evladı bugünlerde buralarda. Ergen bir fırtınanın güzellikle imtihanı. Kıymet bilip seyrine dalmalı.

Sarındım büründüm çıktım dışarı. Yapılması gerekenler de peşimden. Vicdanımın bir türlü yakasından düşmeyen azapları, etrafımı karartma heveslerinden oldu bitti vazgeçmediler. Vazgeçecek gibi de değiller. Amaan, bunları düşünüyorsun düşünüyorsun da ne oluyor. Hiç. Değil mi ki bu “yapılması gerekenler” hususunda elinden hakikaten bir şey gelmiyor.

Sarındım büründüm çıktım dışarı. Akşamüstünün kışa has karanlığı, ergen fırtınayla içiçe girmiş, bir acayip hazzın eşiğinde. Azımı eğdim baktım, bir gözümü yumdum baktım, parmak uçlarıma dikildim baktım: güzellik gene. (Yine Edip Cansever: “Ah, neresinden baksam sessizlik gene” diyordu.)

Atkını sarmışsan, kışın sana sürprizi vardır. Kulağında akan şarkıya utanmadan, ağzını yaya yaya eşlik edersin. Hatta kalbinden vuran o minicik satırlarda gülümsemen hiç çekinmeden bir süre donabilir de dudaklarında. Kimse görmemektedir zira. Öyleyse ah! Dünyanın bütün atkıları, ne sırlar saklıyorsunuz? Dünyanın bütün dudakları, o kavuran sıcaklarda kim bilir neler gizliyorsunuz?

Burası bugünlerde çok kış. Ama iyi de oldu. İçine kapanmanın bu kışa has şekline ihtiyacımız vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder