Aralık 10, 2010

Efkâr

Bugün Cuma. İlk kez Cuma olmuyor ey insan! Ne de ilk defa 21.55’i gösteriyor saat. Kaç cumadan ve kaç 21.55’ten teşekkül edeceğini bilemeyeceğimiz ömrümüzde kimi anlar var ya. Hani içimizde suların kaynadığı; ama nasıl, fokur fokur kaynadığı!
Bilincimin altında saklambaçlar oynayan, köşeler kapmaya çalışan, biri eğilince sırtından hoplarım da gökyüzüne değerim umuduyla şapşal şapşal dolanan, ıslıkları ciğerler dağlayan zavallı çocuklarım! Benim canlarım. Geri dönmeyecek hatıralarım. “Çat!” diye yere vurduklarım. Tokatlar hak eden pişkin suratlardan korkup öfkeyle yanaştıklarım! Azcık sesleri yükselse korktuklarım. Anlamadıklarım en çok; bir türlü kafamın basmadıkları. Ey benim içimde benden gizli oyunlar çevirenler. Bana söylemeden kalemlerimi, kağıtlarımı, mumlarımı, çakmaklarımı, ojelerimi, balonlarımı, eteklerimi, ince-kalın-uzun-kısa çoraplarımı aşıranlarım... Bitmemiş çocukluğumla başlamamış kadınlığımı aralarında paylaşanlarım. Acımasızlarım, merhametsizlerim. Bana dünya dünya gezdirip şefkat aratanlarım. İnsan diye sarıldıklarım, “en azından” diye diye avunduklarım. Size bu akşam bi’ ses veresim geldi.

“Bir fırtına tuttu bizi” diye bir şarkı vardı. Sadece adı bir şey ifade ediyor şu anda bana. Başıma ördüğünüz çorapları, peşime taktığınız adamları, önlerime kazdığınız kuyuları hatırlatıyor. İnsan olan insanın gözlerimin içine bakıp nasıl “Keyfimi kaçırıyorsun” diyebildiği üstüne düşünmekle son bulacak bu fani ömrümde en azından üç beş gerçek gözüme parlasın istiyorum. Yahut istedim bir zamanlar. Ama bu içinde oturduğum bulut “umutsuzluk” değil. Adı üstünde “bulut” bu. Beyaz, pofuduk. Anlamışlığım, kabullenmişliğim belki. Sınavdan kötü not alan bir öğrencinin hocasından nefret edebileceğini artık ön görebilecek olmanın uyuşukluğu. Heyecan gittiğinde yerine huzur kalmaz ey insan. Ey sevgili yabancı. Hayır, huzur bir şeyden geriye kalan olamaz. Geriye ancak durgunluk kalır. “Peki, n’apalım...” kalır. “Bu sefer de böyle olsun” kalır. Bir şeyden geriye artık bir şeyin burada olmadığı kalır. Ben söylemiyorum, Edip Cansever söylüyor. “Ne kalır benden geriye / Benden sonrası kalır” diyor.

Kulaklarımı sonsuz olduğundan emin olduğum bu uğultuya kapamaya çalışma çaresizliği. Akşam akşam böyle tanımladım elimden gelen tek şeyi.
Ey iki muhatabım! Bilincimin alt bahçelerindeki zalim çocuklar! Hiç yüzünü görmediğim “sanal” gezginler.

Bak ne diyorum ey okur! Sonsuz bir uğultu diyorum. Senin mutlandığın dünyada. Aynı dünyadayız, kaçamazsın benden. Farkında olmasan bile “dünya” dediğinin tanımlarından biriyim. Görmezden gelme artık ben ve benim gibiler ihtimalini.
Ve siz zalim çocuklar! Size diyecek pek sözüm de yok aslında. Dedim ya, ses veresim geldi böyle. Hani bu tepindiğiniz çayırların hakkını aramayı öğrenememiş bir sahibi vardır, hatırlayın diye!

Bitiş cümlesi mi bulmalı. “Dağıldım.”
[Toparlanırım. Ama iş mi toparlanmak. ]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder