Eylül 07, 2012

İstanbul Modern'de Bi' Akşamüstü: Sözünü Sakınmadan

Dün akşam, bu gördüğünüz bahçede, "Sözünü Sakınmadan" adlı bir edebiyat sohbeti izledim. Ama yarısına kadar. Moderatör Ömer Türkeş beni şaşırtmadı, boş boş konuştu. "Hüzünlü şeyler yazıyordu, insan şüpheye düşüyor" kabilinden laflar etti yekta Kopan için. Akıl sağlığından şüphe edermiş yani çok karanlık yazanların. Vay anasını. Evvelce Enver Ercan da beni şaşırtmamıştı. Daha birçokları da. İçinde bulunduğum hemen hemen tüm sempozyum / konferans / söyleşi gibi ortamlarda ciğerimi deşen şey, dün akşam yine vardı. İstanbul Modern'de, "Sözünü Sakınmadan"da. yekta Kopan konuk olmuştu, onun nispeten duyarlı bir edebiyat algısı var. "Biriciklik" vurgusunu takdir ettim ama onu da bence çok "dümdüz" ifade etti, adeta ezberden gibi. Misal, "hayatı anlamlandırmak ve korkularımızla başa çıkmak için edebiyat" gibi (yaklaşık) bir şey söyledi. Manaen güzel ama böyle laflar o kadar ezberlendi ki, "hayatı anlamlandırmak"tan kastı ben açıkça duymak istiyorum. Tarkovski'nin "Mühürlenmiş Zaman"daki ifadesi bu yüzden "samimi" gelir bana: çok daha net ve ne dediğini bildiğini okura gerçekten hissettiren. Yekta Kopan da ne dediğini biliyordu belki canım, fakat ben bundan bir dinleyici olarak pek de emin olamadım. hayatı anlamlandırmak üzerine Yekta Kopan'la sabaha kadar konuşabilir miyim, gene de yarım kalır mı mevzu, bilemedim. Tarkovski'nin ifadesi şöyle:

"Hâlbuki olay, bir insanın yürürken neden birden en rahatsız bir tavırla donup kaldığını ya da beşinci kattan aşağıya atladığını anlatmaktır."
ve bir de:
"İnsan bu resimlere baktığında heyecan verici bir umuda kapılıyor: Yoksa açıklanamaz olan burada birden açıklanacak mı?"

İşte, sinema ve resim sanatları çin söylenen bu sözler, bütünde "sanat"ın neye yaradığını, "hayatı anlamlandırma"nın ne demek olduğunu "şak" diye ortaya koyuyor, bana kalırsa.

Sokakta yanından geçen insanın yüzündeki ifade üstüne üç gün düşünüp ağlamak gibi bir şeyi kafasında bir olanak olarak konumlandıramayan zihin, edebiyattan nasıl bahsedebilir? Herhangi bir sanattan? Ömer Türkeş'e dönecek olursak... "Kurmaca evren yaratmak" gibi insan olanaklarının zirve noktalarından birini gerçekleştiren bir aklın sağlığını bu kadar ucuz sorgulayabilmek. "Ay bu çocuk biraz depresif galiba teyzesi" şeklinde bir kadın günü muhabbetinden hangi yönüyle ayrılır acaba sayın Ömer Türkeş? Seneler evvel bir de öğrenci sempozyumunda eleştirel bir inceleme metni yazmış bir insana soru olarak "tamam bu inceleme olmuş da, sen sonuçta bu romanı sevdin mi? Eleştirmen bunu söyler asıl" diyebilen Ömer Türkeş? Yekta Kopan'ın hatırlattığı üzre, her insan biricik ise, "Sevdim" ifadesinin sizinle eşit derecede "bir" olan bir başkasına nasıl bir anlamı olmasını beklersiniz? Maalesef bu algıyı ben çok görüyorum. herkes, elele vermiş "yazar"ın temel niteliklerini "yetenekli" / "karizmatik" / "gizemli" filan diye koyuyor. Ki bu niteliklerin tek hizmeti seksapele olur herhalde. Edebiyata olmaz. Ben edebiyata hizmet edecek nitelikler diye "ızdıraplı" / "korkak" / "şaşkın" / "meraklı" / "takıntılı" / "sorgulayan" gibi şeyleri görüyor, biliyorum. 

Sinirlendim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder