Mayıs 26, 2010

Bir Zamanlar Rüyalarım ve Mektup Arkadaşım

Benim lisede Koreli bir mektup arkadaşım olmuştu. Uzun sürsün istemiştim onunla ilişkimiz; Türkiye'ye filan gelsin istemiştim hatta. Yazık ki, öyle olmadı. Adı Young-Hee olan bu Koreli ile toplam beşer mektup filan yazmıştık yanılmıyorsam birbirimize. Zarflarına da kağıtlarına da hayran hayran baktığım, karşıma koyup uzun uzun seyrettiğim mektuplar... Deliye dönüyordum ondan mektup geldiğinde. Issız bir ormandan yazıyordu sanki bana; ya da bir çölden; belki kutuplardan. Kâğıtlardan üstüme hiç bilmediğim bir hava, acayip kokular, başka bir alfabeye alışık olduğu belli olan bir elden çıkmış yamuk yumuk harfler fışkırıyordu. Loş ışıkta okunduğunda hele, o-hoğ. Artık Arzu tamamen uçuyordu uzaklara. Renkten renge giren duvarlar, seneler sonra Orhan pamuk"un "Yeni Hayat"ında "gördüğünde" bir yerden tanıdık bulacağı neon ışıkları... Islıklar filan gelir kulağa mesela; o bilinmeyen coğrafyanın en meşhur şarkılarını çalan korkak ıslıklar. Madem korkaktır bu ıslıklar, nasıl buraya kadar duyulurlar? Benim ilk gençliğimin güzel sorularından biri, işte buydu, sevgili okur. Evet, cevabı yok gibi. Rahatı kaçıran pek çok soru gibi, sadece sorulduğu anda bir heyecan verir kişiye. Nasıl uyursan uyu sonra. Adı Young-Hee olan kızın kulağıma gelen korkak ıslıkları başımı pek döndürürdü. Valizler filan çarpardı ara ara gözüme. Elimden gelse, doldurup gideceğim sanki "oraya". Hiçbir yer olduğundan hiç şüphem olmayan "oraya". Olmadığı için beni kendine çeken... Leyleklerin peşine takılmak işe yarar mıydı mesela? Denemek her zaman manalı mıydı? Elimde kâğıtlar, öylece dalıp bunları düşünürdüm işte. Nasıl olurdu da, "olmayan yer"den mektup gelirdi insana? Arzu, diyordum kendime, "Olmalı böyle bir yer, muhakkak olmalı!". İnce ince kâğıtlar olurdu zarflardan çıkanların bazıları; ben çok aramıştım ama o incelikte renkli kâğıt bulamamıştım. Türkiye'de nedense sadece asker, çiçek, sarışın kadın yahut pop yıldızı basıyorlardı mektup kâğıtlarına. Her mektup yazışımda, yine sadece renkli A-4 ile yetinmek zorunda kaldığımı unutmak için yazımı elimden geldiğince "güzel" göstermeye çalışırdım. Ama hep mektubun sonuna doğru hata yapıyordum; en olmayacak yerde, kelimede. Fazla fazla aldığım renkli A-4 ler üzerlerinde yarım kalmış bir şeylerle masada biriktikçe utancım dayanılmaz bir hâl alıyordu. O kadar büyüyordu ki, çoğu kez elimdeki bütün kâğıtları yırtar, cesaretimi topladığımda yeniden "fazla fazla" renkli A-4 almam gerekirdi mektup yazabilmek için. Lekelenmesin diye attığım taklalara rağmen daha baştan birkaçı elden giderdi tabii, bir de bu ayrıntı var. Uzun ızdıraplarla nihayet "hiç de güzel olmadığına" bütün varlığımla inandığım mektubumu bitirmek için kendimi zorlar, hatırı sayılır bir mücadele ile ancak kapatılabilmiş bir zarfı böylelikle bir kenara koyabilirdim. Nihayet cevap beklemeye sıra geliyor, diye düşünürdüm; zaten beğenmediğim hâlde "Bitti" diyebilmemin tek nedeni bir an önce cevap beklemeye başlamak istememdi. Uzak bir yerden, belki de var olmayan bir yerden gelecek bir zarf beni yine önce pullarıyla bu dünyadan alacak; sonra kâğıtlarıyla, acayip çizimlerle, hayatımda hiç bu hâlde görmediğim "r"lerle ve "f"lerle rüyalarımı ele geçirecekti yeniden. Rüyalarımı evet, hayatımın son huzurlu uykularının rüyalarını...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder