Aralık 31, 2010

Yenihayat

29 Aralık günü, akşam saat 6 sularında ne yapmaktaydın sevgili okur? "Bugün çok yorgunum" kahvesi mi yapıyordun, "hâlâ neden yalnızım" makarnası mı? "Gerçek ne ızdıraplı!" uykusunda mıydın, "Bir gün gerçek olur mu ki" rüyasında mı? Hayatının ilk macera romanına mı başladın, bilmem kaçıncı kişisel gelişim kitabına mı?

Ne yapıyordun ey insan, aklın başında mıydı?

Ben ne yaptığını bir türlü net olarak çıkaramadığın o saatlerde, yenibirhayata başladım. Gerçekle aramdaki iplerden birini daha kopardım. sonsuz boşlukta kurduğum salıncağımın üstüne bir de minder yerleştirdim! Artık sokaklarda göreceğin binlerce kafası dağınıktan en az yüzlercesiyim! Dünyadaki bütün deliler bana dönüşmeye başlayacaklar artık. Çünkü hayal nedir, diyen her zihnin hevesiyle kudurmakta bulunduğu bir döneme girdim. gerçeğin kesif dumanından sıyrıldım; aslında bulunmam abes olan sahalardan ayrıldım. Ve bir daha anladım: rüyaya dalmakta inad ettikçe, gerçeğin sana aksaklık çıkarmadaki başarısı sıfıra meylediyor. bazen işte aldığın nefes, daha güzel geliyor!

Taşlarında tökezleyeceğim dar sokaklarım, artık yollarım yalnız size açılacak! Üzerlerine çamurlar sıvadığım koca koca küplerim, sirkem sizden akacak! Sirke ki, acıya bir bakıştır bazı gözlerce.

Cemal Süreya'da geçer imiş, "Üvercinka"da:

"Laleli'den kalkıp dünyaya giden bir tramvaydayız"

Ey eli kalbinde çocuk, geliyorum oyununa. Fazla kalmadı.

Aralık 11, 2010

Bir Nev-i İçimize Kapanma


İstanbul iki gündür çok kış. Bir fırtınanın en sevdiği evladı bugünlerde buralarda. Ergen bir fırtınanın güzellikle imtihanı. Kıymet bilip seyrine dalmalı.

Sarındım büründüm çıktım dışarı. Yapılması gerekenler de peşimden. Vicdanımın bir türlü yakasından düşmeyen azapları, etrafımı karartma heveslerinden oldu bitti vazgeçmediler. Vazgeçecek gibi de değiller. Amaan, bunları düşünüyorsun düşünüyorsun da ne oluyor. Hiç. Değil mi ki bu “yapılması gerekenler” hususunda elinden hakikaten bir şey gelmiyor.

Sarındım büründüm çıktım dışarı. Akşamüstünün kışa has karanlığı, ergen fırtınayla içiçe girmiş, bir acayip hazzın eşiğinde. Azımı eğdim baktım, bir gözümü yumdum baktım, parmak uçlarıma dikildim baktım: güzellik gene. (Yine Edip Cansever: “Ah, neresinden baksam sessizlik gene” diyordu.)

Atkını sarmışsan, kışın sana sürprizi vardır. Kulağında akan şarkıya utanmadan, ağzını yaya yaya eşlik edersin. Hatta kalbinden vuran o minicik satırlarda gülümsemen hiç çekinmeden bir süre donabilir de dudaklarında. Kimse görmemektedir zira. Öyleyse ah! Dünyanın bütün atkıları, ne sırlar saklıyorsunuz? Dünyanın bütün dudakları, o kavuran sıcaklarda kim bilir neler gizliyorsunuz?

Burası bugünlerde çok kış. Ama iyi de oldu. İçine kapanmanın bu kışa has şekline ihtiyacımız vardı.

Aralık 10, 2010

Efkâr

Bugün Cuma. İlk kez Cuma olmuyor ey insan! Ne de ilk defa 21.55’i gösteriyor saat. Kaç cumadan ve kaç 21.55’ten teşekkül edeceğini bilemeyeceğimiz ömrümüzde kimi anlar var ya. Hani içimizde suların kaynadığı; ama nasıl, fokur fokur kaynadığı!
Bilincimin altında saklambaçlar oynayan, köşeler kapmaya çalışan, biri eğilince sırtından hoplarım da gökyüzüne değerim umuduyla şapşal şapşal dolanan, ıslıkları ciğerler dağlayan zavallı çocuklarım! Benim canlarım. Geri dönmeyecek hatıralarım. “Çat!” diye yere vurduklarım. Tokatlar hak eden pişkin suratlardan korkup öfkeyle yanaştıklarım! Azcık sesleri yükselse korktuklarım. Anlamadıklarım en çok; bir türlü kafamın basmadıkları. Ey benim içimde benden gizli oyunlar çevirenler. Bana söylemeden kalemlerimi, kağıtlarımı, mumlarımı, çakmaklarımı, ojelerimi, balonlarımı, eteklerimi, ince-kalın-uzun-kısa çoraplarımı aşıranlarım... Bitmemiş çocukluğumla başlamamış kadınlığımı aralarında paylaşanlarım. Acımasızlarım, merhametsizlerim. Bana dünya dünya gezdirip şefkat aratanlarım. İnsan diye sarıldıklarım, “en azından” diye diye avunduklarım. Size bu akşam bi’ ses veresim geldi.

“Bir fırtına tuttu bizi” diye bir şarkı vardı. Sadece adı bir şey ifade ediyor şu anda bana. Başıma ördüğünüz çorapları, peşime taktığınız adamları, önlerime kazdığınız kuyuları hatırlatıyor. İnsan olan insanın gözlerimin içine bakıp nasıl “Keyfimi kaçırıyorsun” diyebildiği üstüne düşünmekle son bulacak bu fani ömrümde en azından üç beş gerçek gözüme parlasın istiyorum. Yahut istedim bir zamanlar. Ama bu içinde oturduğum bulut “umutsuzluk” değil. Adı üstünde “bulut” bu. Beyaz, pofuduk. Anlamışlığım, kabullenmişliğim belki. Sınavdan kötü not alan bir öğrencinin hocasından nefret edebileceğini artık ön görebilecek olmanın uyuşukluğu. Heyecan gittiğinde yerine huzur kalmaz ey insan. Ey sevgili yabancı. Hayır, huzur bir şeyden geriye kalan olamaz. Geriye ancak durgunluk kalır. “Peki, n’apalım...” kalır. “Bu sefer de böyle olsun” kalır. Bir şeyden geriye artık bir şeyin burada olmadığı kalır. Ben söylemiyorum, Edip Cansever söylüyor. “Ne kalır benden geriye / Benden sonrası kalır” diyor.

Kulaklarımı sonsuz olduğundan emin olduğum bu uğultuya kapamaya çalışma çaresizliği. Akşam akşam böyle tanımladım elimden gelen tek şeyi.
Ey iki muhatabım! Bilincimin alt bahçelerindeki zalim çocuklar! Hiç yüzünü görmediğim “sanal” gezginler.

Bak ne diyorum ey okur! Sonsuz bir uğultu diyorum. Senin mutlandığın dünyada. Aynı dünyadayız, kaçamazsın benden. Farkında olmasan bile “dünya” dediğinin tanımlarından biriyim. Görmezden gelme artık ben ve benim gibiler ihtimalini.
Ve siz zalim çocuklar! Size diyecek pek sözüm de yok aslında. Dedim ya, ses veresim geldi böyle. Hani bu tepindiğiniz çayırların hakkını aramayı öğrenememiş bir sahibi vardır, hatırlayın diye!

Bitiş cümlesi mi bulmalı. “Dağıldım.”
[Toparlanırım. Ama iş mi toparlanmak. ]

Aralık 07, 2010

Balıklar İki Oldu

Sevgili okurum,

Blogumda "Şapşal Balık" başlıklı bir bölüm var idi. Siyah bir balık, kendi hâlinde geziniyordu. Suyu vardı, mutluydu. Balık olmanın şanındandır mutluluk.

Fakat şimdi, ben onu insanın metaforu eyledim! Yanına yol arkadaşımın sembolü olan ikinci bir balık eklerken, "Bu eskisi de benim" dedim.

İsimleri neden "Hayal" ve "Acı" oldu? ("Hayal" de pek konsomatris adı gibi!) Bunu söylemenin gereği yok; yol arkadaşım ve benim gerçeğimizle ilgili. Çok zordur ki, bir başkasına tırıvırı gelmesin. Değil mi ki biz "insan"lar, kendi gerçeğimizin elaleme tırıvırı gelmesiyle ızdıraplandık şu hayatta? Adımız ondan "yalnız" oldu. Yanımızda yoklar diye değil ki.

Velhasıl, bekliyoruz yemlenmeyi. Biz sizin için hayal de kurar, acı da çekeriz. Yeter ki aç bırakmayın bizi.

Ayna Ne İşe Yarar?

Bilmiyor musun sanki?

Yansıtır
ve
Kırar.

Aralık 06, 2010