Temmuz 06, 2011

Adının "Dalgınlık" Olmadığını Tahmin Ettiğim Dalgınlığım

1. Kısım: Nasıl Bir Hareket İçindeyim Ben Acaba?

Sevgili okur, aylaklık içinde rahatça kaybolabilirim ben. Saatlerce konuşabilir, gülebilir, uzaklara bakabilir, uyuyabilir, esneyebilir, ağlayabilirim. Ve fakat düşünmemi gerektirecek bir şey oldu mu, ister zorunlu olsun ister keyfi, içinde uzun zaman kalamıyorum. Zorunluluk arz ediyorsa giremiyorum bile. Bunun nedeni, niçini, nasılı artık benim en büyük bilmecem oldu beraberce.

Belki de, diyorum hep, hiperaktif bir çocuktum da hiç farkedilmedi. Ama böyle bir şey mümkün mü, onu da bilemiyorum. Zira sessiz sakin bir çocuktum ben. Bütün yaptığı bir köşede düşünmek yahut kendi kendine konuşmak olan bir kız. Bebeklerime elbise dikerdim, evcilik oynardım onlarla. Bu evcilik oyunları, bebeğin kıyafetini, evini ve yemeğini hazırlayınca biterdi. "Yaşam"a gelince tıkanırdı. (Bilinçdışımda bunun kuzu kuzu yatmasından olmalı ki Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" romanında anlattığı "yaşayamama" / "yaşamayı becerememe" durumu beni her zaman derinlere daldırmıştır. Çok üzmüştür çok. Var olsun Oğuz Atay.) Evet, sessiz sakin bir çocuktum. Bana hiperaktif miydim acaba, dedirten şey odaklanma sıkıntım. "Ders çalışmak" denen şeyin ne olduğunu lisede hâlâ tam olarak bilmiyordum. Arkadaşlarıma soruyordum ama beni ciddiye almıyorlardı; almazlardı, çünkü notlarım ortalamaydı. Hiç çalışmayan alamazdı onlara göre. Ne bileyim dinleyince kalıyordu kafamda demek ki. Esas bahsettiğim şey şu ama: "Ders çalışmak" nasıl yapılırdı Allahım! Bilmiyordum. Acaba bir kâğıda hocanın anlattıklarını yeniden mi yazıyorlardı. Yahut defterdekileri okuyorlar mıydı. Bu mesela, bana kopya gibi geliyordu. Hiçbir çaba yok, oku oku ezberle. Yok ya, diyordum, herhalde sadece okuyor olamazlar! Bir süre sonra "Bari öyle yapayım" demeye başladım. Başka yolunu bilmediğime göre, okuyayım. Ki, ilkokuldan beri ansiklopedilerin başında saatler geçiriyordum; genellikle bir maddeye dalıp giderek ama. Bir saatte tek bir madde. Sonra gidip babama bir şey soruyordum. Bir arkadaşımın oyun oynarken yaptığı bir şey yahut yazın köyde teyzemlerin evinde kuzenimin söylediği bir şey filan aklıma geliyordu. Rüyamda gördüğüm bir şey. Bakkalda duyduğum bir şey. Kaydıkça kayıyordum içeriye doğru. Bu duyguyu çok iyi hatırlıyorum. Mesela tuvaletim geliyordu, son anda yetişiyordum genellikle. Hissettiğimde, dalgınlığımın içinden çıkıp tuvalete gitmek hiç kolay değildi. Tam şöyle işte.



Bir de bu dalıp gitmek bana zamanla bazı şeyler de sağlamaya başladı. Ne bileyim aklıma bir sürü soru takılıyordu. Bir yerde sonradan tesadüfen ona cevap olacak bir şeyler duyarsam da kafamda bir mesele hallolmuş oluyordu. Basit şeyler ama tabii. "Yalan söylemek kötüdür değil mi?" gibi şeyler.

Bu durum belki de "yaşam"dan koparıyordu beni gerçekten. Bebekle evcilik nasıl tıkanıyorsa bu dalgınlıklar yüzünden de pek çok şey tıkanıyordu. Bana sesleniyorlardı evde. Abim, babam, annem. Bir ses duyuyordum ama ne dendiğini anlamıyordum. Bu ilk seferde olanaksızdı. Ben de genelde "Anlamadım" demeye çekinirdim, "Salak mısın?" derlerse diye. Duymamış gibi yapardım. Abim birkaç defa iyi haşlamıştı. Babam doktora götürdü, "Bu çocuk ağır işitiyor" diye. Test yaptı doktor, bi alet koydu kulağımın içine doğru küçük bir boru gibi, "Söylediklerimi tekrarla" dedi. "32" dediğini hatırlıyorum ilk önce. Söylediği her şeyi tekrarladım. "Bu çocuk ağır işitmiyor, normal bu çocuğun kulağı" dedi, yolladı bizi. Çok korktum babam bana kızacak diye. Hemen üste çıkmaya çalıştım: "Ama ben uzaktan söylenince duyamıyorum. Kulağımın dibinde söylerse duyarım tabii" dedim. Babam ikna oldu. Ben de yavaş yavaş "Efendim?" demeye alıştım. Öyle kapandı. Dalgınlığım geçmedi ama.

2. Kısım: "Yaşamak" Dediğin Nasıl Bir Şeydir?

Bu evcilik oyunlarında "yaşam"a geçmeden tıkanmanın / yorulmanın belki de bugün doktora tezim için okumalara hâlâ başlayamamış olmamla bir ilgisi vardır diye düşünüyorum. Yahut resmi dairede hallolacak bir işi aylarca ertelemek: Misal, TC kimlik numaralı nüfus cüzdanımı almamın 3 yıl sürmüş olması!

Belki de içinde hakikaten kaymakta olduğum bir kuyu var ve bu düşme hareketini engelleyen şeyler bunlar. "Dur!" diyorlar; ben de duramıyorum. Olamaz mı, olabilir. (Yaşasın Ortaçgil, pek seviyorum bu lafı!)

Bence Oğuz Atay'ın söz ettiği yaşayamama durumu tüm bu çocukluk macerasının bugünkü tezahürü. Selim Işık'ın doktora gidemeyişi vardı mesela. Ben de bu doktor hikâyesini hiç sevmem, ondan olabildiğince kaçarım. Arkadaşı Esat'ın evine gidip sokağında dolaşıp dolaşıp bir türlü kapıyı çalmaya cesaret edememesi vardı. Sorulara dalıp gidiyor: "Acaba beni istemezler mi?", "Benden sıkıldılar mı?", "görmek isteseler çağırmazlar mıydı" gibi. Alıntı değil bunlar, hatırladıklarımdan uydurdum ama bu minvalde şeyler işte. Böyle çocukça kaygılar. "Çocukça", heh. Bu etiketi yapıştırınca biter ya her şey. Bence bitmez sevgili okurum, daha yeni başlar!

Ben ciddi ciddi yaşamayı beceremediğimi düşünüyorum bazen. Evet, iyi kötü sosyal ortamlarda durumu idare ediyorum. Haftada 18 saat ders anlatıyorum. Öğrencilerimle, iş arkadaşlarımla iletişimim var. Ama basit şeylerde takılıyorum. Bu yaşım itibariyle pek çoğunu cehennem azaplarıyla aştığım basit şeyler. Misal, artık hesabı rahatça isteyebiliyorum, bir restoranda lavabo nerede diye sorabiliyorum, bir şapşallık yapınca dalgasını geçiyorum. Ama çözülmemiş noktalar da var. Mesela, "Rimel şöyle sürülür" diyorlar bana. "Bu eteğin üzerine bu bluz olmamış". Çok acayip işte bu, bana olmuş gibi geliyor! Had, bu göreceli bir şeydir, atlayalım. Ama mutfak bezinde en iyi marka, ideal ayakkabı çekeceği uzunluğu, bir çalışma masasının şeklinin nasıl olması gerektiği, saç maşasının ideal malzemesi, gelinlikte hangi kumaş kullanılmaz, tirbüşon yoksa şarap nasıl açılır, çok su içmek neden faydalıdır, İstanbul'da en güzel sahil hangisidir vs. Bu insanlar bu kadar şeyi nereden öğrenmiş, diyorum kendime.

Sevgili okurum, bu kadar şeyi nereden öğrendin. Yahut, tersten, herkesin iyi bildiği bu çok "normal" şeyleri ben neden öğrenemedim? Neden benim ince çorabım hemen kaçıyor? Neden su makinasından su aldığım on seferden en az üçünde döküyorum? Neden tanıdğım hemen herkesin bildiği meşhur şarkıları ben bilmiyorum? Bunlar anlatılırken ben dalıp gitmiş miydim, yoksa bunların anlatıldığı bir yerlerde hiç mi bulunmadım? Derslerimi hiçbir zaman iyi çalışmadığım için mi bunlardan haberdar olamadım? Ama derslerde yoktu bunlar, iyi biliyorum. Duyduğumu pek unutamazdım. Sevgili okur, ben acaba bazen, bir yerlere mi gidiyordum? Hani vardı ya, "Allah akıl dağıtırken sen neredeydin?". Neredeydim sevgili okurum, Allah akıl dağıtırken ben neredeydim?

3. Kısım: Bugüne Gelecek Olursak

Tüm bu anlattıklarım bugünlerde kafamda dönüp duruyor. Dün canım arkadaşım Funda ile Süreyya Plajı'na gittik; sahilde oturuyorduk. Funda güzel güzel şarkılar mırıldanmaya başladı. Ben daldım gene. Ankara'ya gittim. Önümüzdeki yaza gittim. Annemin yüzünü gördüm. Nihayet, doktora tezim için "okuma yapmaya" ("okumak"tan daha havalı diye böyle diyorlar sanırım akademide!)devam etmiyordum. Başlamıştım, 30 sayfa okumuştum. Ama tez hocamla bir aydır hiç haberleşmedim. Telefona gitmeyen elimi düşündüm. başıma gelmeyen aklımı düşündüm. Benim için çabalayan insanları düşündüm. Her şapşallığımda bana kolaylık gösteren, yere düşen defterimi alıp bana geri verenleri düşündüm. Suyu döktüğümde şefkatle gülümseyenleri, "Olur canım böyle şeyler" diyenleri. Ve çok üzüldüm sevgili okur. "Olur canım böyle şeyler" diyenler, sadece su döktüm sanıyorlardı. Sadece su dökmedim. Bi' sürü şey yaptım yahut esas ifadesiyle bir sürü şeyi yapamadım. Doktorayı bırakmak mı lazım acaba. Yahut ölmek mi lazım. Hemen evlenip çocuk mu yapmak lazım. Düşünmemek mi? Ama onu yapamam ki.

Funda, şarkı söylüyor. Bak, dalmak böyle oluyor işte. Nasıl bi' koca paragraf hiç lafı geçmedi, ben de birkaç saniye duymadım onu. Bir ses geldi ama anlamadım. Tanıdık bir melodi ama kafamı toplayamadım. Hepi topu 3 saniyeden bahsediyorum.

Sevgili okur, ne yapacağımı bilmiyorum. Kendimi birini öldürmüş gibi hissediyorum. Çok büyük bir uyuşturucu kaçakçılığı işine karışmış gibi. Bilmiyorum, neden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder